Web3, BlockChain (Blok Zinciri), NFT ve Metaverse Hukuku Nedir ve Nasıl Hukuki Problemler Bizi Bekliyor?

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

 

Her Zamanki Tanımlama Çabaları

Her yazımızda olduğu gibi zaman zaman bu yazıyı da güncelliyor, eksikliklerini tamamlıyor ve düzeltmeler, eklemeler yapıyoruz; yeni bağlantılar vb ekliyor ya da çıkarıyoruz. Bu konu ile ilgili tamamen yepyeni bir durum/tartışma ortaya çıktığında ise elbette onu ise ayrı bir yazı konusu yapacağız daha önce de olduğu gibi. O zaman klasik olarak tanımlama çabalarımızla başlayalım hep yaptığımız gibi.

Bugün dahi net ve kesin olarak kim(ler) olduğu bilinmeyen biri(leri) tarafından günümüzden yaklaşık 14 yıl önce Bitcoin’in ilk defa “üretilmesi”[1] ile başlayan blockchain (blok zinciri) teknolojisi (ve kripto varlıklar/paralar); tüm hayat ekseninde dijitalleşmenin ve Web 3.0 teknolojisinin getirdiği yenilikler[2] ile Metaverse ve NFT (“Non Fungible Token” ya da “Değiştirilemeyen/Değişmesi mümkün olmayan Token/Para”) gibi yıkıcı kavramları 2021 yılında hayatımızın can alıcı birer parçası haline getirdi.

Metaverse kavramına derinlemesine girmeden önce aslında dikkatimizi çekmesi gereken Meta kelimesidir. Meta (metâ, emtia (çoğul)), Türkçe sözcük anlamı olarak ticari amaçla üretilmiş, elde bulunan varlık/sermaye, ticaret malı, alınır-satılır mal anlamına gelmektedir ve Karl Marx’ın Kapital’inin de başlangıcını oluşturan konudur aslen buradan bakıldığında. İlginç bir şekilde İngilizce’de bakıldığında ise “meta” kelimesi ötesi(nde), üst(ünde) yüksek, değişik, yeri/şekli değişmiş, ters dönmüş, başkalaşım, değişme anlamlarına gelmektedir.

Blockchain ise kısaca verilerin temelde herhangi bir merkeze ya da otoriteye ihtiyaç duymaksızın; dağıtılmış/dağıtık şekilde ağ sistem(ler)i üzerinde saklandığı kayıt teknolojisi olarak tanımlanabilir. Esasen bu kayıt sistemi, Node adı verilen blockchain kullanıcıları tarafından kayıt altına alınmaktadır. Bir para transferi ya da başkaca bir türden süreç/işlem, tek bir kurum ya da kişi tarafından değil, tüm Node’ların bilgisayarlarında, “şifrelenmiş” bir halde depolanmaktadır. Bu yanıyla sicil işlevi de gören Blockchain teknolojisi, sunduğu sistemle para/değer ve mülk alışverişini sağlayan bir protokol olarak kullanılagelmektedir.

Web 1.0, Web 2.0, Web 3.0 derken şu an Web 4.0’ı ucundan da olsa görmeye başladık mı acaba? Aslında web 3.0’ın başlarında olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki metaverse kavramı bunun tam olarak neresinde? Metaverse öncesi dünyada etkileşimin boyutu, yazışma yapmak, veri transferi, görüntülü görüşme, oyun oynamak ve benzeri seviyelerdeyken metaverse(ler) üzerinde/içerisinde bu eylemlerin ötesi vaat ediliyor. Türkçe adına bile tam karar veremediğimiz bu yeni “mecra” gerek sanal bir evren gerekse bizce daha da anlamlı olan bir Evren-Ötesi olarak aslen bize “olmak isteyip de olamadığımız” her ne varsa onu vaat ediyor aslında. Öyle ki kişiler bu yeni dijital evrende istedikleri taşınmazı, arabayı, gemiyi, arsayı, evi, tabloyu, sanat eserini ya da her türden araç gereci “satın alabiliyorlar” ve hatta avatarları vasıtası ile etkinlikler düzenleyebiliyor ya da bunlara katılabiliyorlar. Aslen bunların çoğu yeni değil; bakıldığında belki de çoğumuzun oynadığı The Sims ile başlayan, Second Life ile ete kemiğe bürünen ve ardından da Minecraft, Roblox, PUBG ve Fortnite gibi örnekleriyle ufaktan göz kırpmış olan bir yeni “evren” tasarımının bir adım ötesinden, öteki evrenden bahsediyoruz burada.

 

Birisi Sanal mı Dedi?

Bu arada biz burada özellikle bu tür mecralar için sanal ifadesini kullanmıyoruz, bunu da açıklıkla ifade etmeliyiz. Keza bunlar sanal, yani üretilmiş yerler değiller diyoruz ve bunlar da birer “gerçek” demeye devam ediyoruz. Zira bizce buralarda yapılan şeyler de gerçek ve her türden mali, sosyolojik, cezai, idari tüm sonuçları da gerçek. Örneğin burada kullanılacak olan virtual reality gözlüklerine biz çoğunlukla uygulamada kullanılageldiği üzere “sanal gerçeklik” gözlüğü demiyoruz ve bunun yerine virtual kelimesini “zımni” ya da “ismen olmasa da fiilen var olan” olarak dilimize çeviriyor ve anlıyoruz. Bu nedenle de zımni gerçeklik, fiili gerçeklik, etkili gerçeklik, örtülü gerçeklik gibi ifadeleri kullanmayı tercih ediyoruz. Bize göre dünya ayrılacaksa ikiye ayrılır. Bu ayrım sanal ve reel olarak değil; olsa olsa AFK yani away from keyboard olarak tanımlayabileceğimiz herhangi bir dijital araç gereçle etkileşimde olmadığımız anlar ve ATK yani attached to keyboard dediğimiz bu türden bir dijital cihazla etkileşimde olduğumuz anlar olarak yapılabilir. O nedenle yazıda sanal ifadesi genel olarak geçmemektedir. Bu kelimenin yerine konuya göre; “öte”, “örtülü”, “öteki” gibi ifadeler kullanılması tercih edilmiştir ve yeri geldiğinde de konu bağlamında detaylar açıklanmıştır.

Aynı şekilde bildiğiniz üzere metaverse öncesi dönemde sıkça kullanıla gelen yerleşmiş bir web 2.0 tabiri olan “sosyal medya” ifadesi yerine de biz bu ifadenin karşıladığı içerik/site/app/uygulama/oyun/platform ve benzerlerini işaret etmek için “yeni medya” terimini tercih ediyoruz.

 

Ocak 2022 İtibarı İle Güncel Duruma Kısa Bir Bakış

Metaverse kavramı ile tanışmamızın pandemi dönemine denk gelmesini nasıl yorumlamalıyız peki? Bir zamanlar bambaşka bir konuda dediğimiz gibi yine “zamanlama manidar mı? Evet manidar!” dememizin sırası mıdır?

Zuckerberg’in 2021 ortalarında yaptığı metaverse çıkışı ve sair söylemlerini[3] takiben bazı devletler ve de içlerinde Ankara’nın (Mansur Yavaş, Türkiye) bile yer aldığı yerel yönetimler bu türden öte evrenlerde yer almaya yönelik çeşitli planlar yaptıklarını ve hatta aksiyon aldıklarını açıklamaya başladılar.

Facebook, Microsoft gibi “büyük” şirketlerin internetin geleceği olarak tanımlamak suretiyle metaverse için birer birer adım atmasının ardından bu türden bir “sanal” evrene geçen bir dünya şehri bile var artık aslında: Güney Kore’nin başkenti Seul. Seul yerel yönetimine bakılırsa; insanlar virtual reality gözlüğü takarak müze turlarından belediye yönetimi ile iletişime geçmeye kadar pek çok şeyi gerçekleştirebilecek ve de belediye başkanının dijital ofisinin yanı sıra çeşitli sektörlere hizmet veren alanlar da dahil olmak üzere 2023’te kentte tüm kamu hizmetlerine “dijital” erişim için de tamamı milyonlarca dolara mal olacak olan bu “evren-ötesi / öteki-evren” kullanılabilecek.

Barbados devleti ise biraz da turizm reklamı olarak yorumlandığı üzere yeni bir öte gerçeklik platformu olan Decentraland ile metaverse evreninde büyükelçilik açmak için bir anlaşmaya vardıklarını ve de bu anlamda bu meta evren üzerinde elçiliklerinin açılması, e-vize hizmetlerinin verilmesi, avatarların çeşitli evrenler arasında hareketini sağlayan bir sistemin inşası gibi çeşitli projeler geliştirileceğini açıkladı. 

Kullanıcılar arasında bir anda popülerleşen metaverse uygulamalarına bu şekilde kamusal otoritelerin de ciddi ilgi göstermesi geleceği şekillendirecek teknolojinin öte evrenlerle geleceğini ve bunun da aşağıda detaylarına eğilmeye çalışacağımız şu anda yeni medya ile bize zaten çoktan göz kırpmış olanlarla benzer ve aynı zamanda tamamen yepyeni sorunları da tanıştıracağını düşündürüyor.

 

Ne Tür Bir Hukuki Problem İsterdiniz?

Şu anda bile klasik ülke hukuklarının ve hatta uluslararası/uluslarüstü hukuk çabalarının dahi çok çok gerisinde kaldığı ve hızıyla asla yarışamadığı teknoloji dünyasındaki ve internet mecrasındaki “kanunların” temel belirleyicisi uzun zamandır aslen neredeyse sadece bu teknolojileri/mecraları ortaya koyan şirketler olarak gözüküyor. Bu gerçekten hareketle, metaverse(ler)‘in de zaten karışık olan gündemimize; fikri hak ihlalleri, suça yöneltme,  insan haklarına zarar verme, dolandırıcılık gibi bilinen sorunlarımız anlamında negatif etkilerini hızla görmeye başlayacağımızı söylemek basit bir çıkarım olur. Böyle demiş olmakla beraber aslen belki bugün tam olarak sınırlarını belirleyip, adını koyamadığımız tarzda özellikle kişilik hakkı ihlalleri, kişisel veri ihlalleri, mahremiyet ve özel hayat ihlalleri gibi alanlarda çok derin yarıklar açacağını öngörebiliyoruz.

Metaverse evren projeleri için dünyada henüz hiçbir özel hukuki düzenleme yapılmış değildir. Bu türden öte evrenlerde yer alıp bunlara katılan kişi/kurum sayısı da bunların aktiflikleri ve interaktivite oranları da hızla artmaya devam edecek gibi gözükmektedir. Dolayısıyla, bir noktada bu türden metaverse evrenler için bazı ülkelerde hukuki düzenleme yapılması beklenebilir bir durumdur. Ulusal ya da uluslararası seviyede metaverse evrenlerine özgü bir hukuki düzenleme kısa-orta vadede gelmese bile aslen vurguladığımız üzere bu teknolojileri “piyasaya süren” şirketlerin kendi “yarattıkları” bu dünyalarda geçerli olmak üzere artık klasik kullanıcı sözleşmelerini aşar konum ve içerikte olmak üzere şeffaf ve detaylı bir iç kurallar bütününü yayınlamaları gerekebilecektir. Aynı site/uygulama/oyun platformlarındaki kullanıcı sözleşmelerindeki gibi ve fakat bu sefer hem etik hem sosyoloji dallarından da çok dikkatle incelenip yapılandırılması gereken ve hukukçularla titiz şekilde hazırlanması gereken bu türden kurallara uymayan metaverse kullanıcıları da belirlenen yaptırımlarla zamanla karşı karşıya kalabileceklerdir.

Klasik hukukların yavaşlıkları nedeniyle düzenlemesiz kalma ihtimali bulunan metaverse dünyalar aracılığıyla ticari veri/sır sızdırılması, kara para aklama, çocukların cinsel istismarı ve siber saldırı gibi suçların işlenmesi potansiyel failler açısından sistemlerin merkeziyetsizliği ve görece anonimliği nedeni ile çok çok daha kolay bir hale gelecek ve bu türden evrenler maalesef kolaylıkla temel amaçları dışında olmak üzere yukarıda bahsettiğimiz etik ve hukuk kurallarına aykırı bir şekilde kullanılabilecektir. 

 

Dijital Eşyalar, Kripto Paralar, Dijital Miras ve Metaverse Bağlamında Türkiye’deki Hukuki Durum

Esasen öte evrenlerde çok yüksek sayıda hukuki uyuşmazlık doğmayacağını düşünebiliriz başta. Keza metaverse üzerinde yapılan “işlemler” blockchain teknolojisi ile çalışan akıllı sözleşmeler ile kurulacaktır. Bu noktadan bakıldığında sistem kendi kendini doğrulama mekanizmasına sahip gözükmektedir. Ancak yaşanabilecek dolandırıcılık, taciz gibi Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) kapsamına giren, suç sayılan pek çok eylem türünün de zaman içerisinde insanın doğal yapısı (suça yatkınlığı) gereği her tür ortamda olduğu üzere metaverse üzerinde de görülmeye başlanacağı kesindir.

Şu anki kullanım ilk planda yatırım temelli “metaverse arsası” satın alma üzerine yoğunlaştığından, belki de ilk sorunlar mülkiyet bağlamında deneyimlenebilecektir. Aslına bakacak olursak klasik hukuki bakış açısı ile mülkiyet kavramı “taşınır” ve “taşınmaz” mallar için düşünülegelmiştir ve mülkiyet hep maddi bir varlık üzerine kurulmuştur. Bunun belki göreceli tek istinası fikri mülkiyet teorisindeki bazı yaklaşımlardır. Bu nedenle bizim dijital varlıklar olarak gördüğümüz şeyler üzerindeki her türlü hukuki işlem, eninde sonunda paraya yani yine maddi bir varlığa ve hatta değere dönüştürülebilir olduğu kadarıyla kabul edilegelmektedir, tamamen dijital bir değer ifade eden ve maddi bir varlığa(değere) dönüştürelemeyenler ise hukuk sisteminin genel kabulünün (şimdilik) dışında kalmaktadır.

Öyle ki 2003 civarından beri içinde olduğumuz oyun/app sektöründe çokça tecrübe ettiğimiz üzere; oyun/app içinde karakterimize (eskiler “(ç)char” derler) bir araç/tool/eşya/kıyafet/özellik/seviye ve sair ürün satın aldığımızda eğer bu satın alınan “şey” karakterinize yüklenmez yani onu app/oyun içinde kullanamazsanız ya da yüklense bile bir şekilde çalınırsa ya da hacklenirse burada onu almak için ödemiş olduğunuz geleneksel olarak maddi bir varlık olan parayı “kaybetmiş” olurdunuz.

Oysa ki öte evrenlerdeki ödemeye dair işlemlerin bu evrenlere özgü kripto para birimleriyle yapılabileceğini ve genelde de belki sadece bu tarz bir ödeme yönteminin kullanılacağını/tercih edileceğini düşünürsek artık yüzde yüz uçtan uca dijital bir ilişki söz konusu olacak demektir. Bugün belki bu satırları okuyan pek çoğumuzun yaşadığı bir durumdur bu, içinde bulunulan “ortam” dijital ve harcanan değer/para birimi de “dijital. İşte bu durumda klasik hukukların da geleneksel varlık/mülkiyet tanımlarının yanına “dijital varlık” tanımını da ekleme zorunlulukları doğacaktır.

Aslında şu anda herhangi bir özel düzenlemeye ihtiyaç olmaksızın zaten geçerli mevzuatımız çerçevesinde miras hukuku bakımından terekeyi yalnızca maddi varlığa sahip malların oluşturduğu gibi bir sonuca varılamaz. Dolayısıyla bu türden bir “dijital varlık” tanımına yönelik mevzuat değişikliği gelmese dahi son dönemde de gördüğümüz üzere Türkiye’de bir istinaf mahkemesi kararında[4] hiç özel bir mevzuata/tanımlamaya ihtiyaç duymaksızın, dijital mirasın mümkün olduğunu (aksine bir yorum yapmak kanunen imkânsız olduğu için) kabul etmektedir.

Buna karşılık tartışmalı bir Yargıtay kararında[5] ise bir oyun karakterinin hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesini (çalınmasını), oyun karakteri ekonomik bir değer taşısa da taşınır bir mal olmadığı için (dijital bir varlığı olmasına rağmen) hırsızlık suçu kapsamında saymamış ve TCK md. 244 anlamında sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçu kapsamında görmüş ve de suçu “verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi” olarak belirtmiştir.

Burada bir de tabii ki suçun tespiti mümkün olsa da suçlunun/şüphelinin tespitinde yaşanacak zorluklar da akla gelmektedir. Öyle ki metaverse üzerinde bir haksız fiil işlenmesi durumunda (örneğin andığımız TCK md. 244 hükmündeki bilişim suçları için); cezai müeyyidenin uygulanabilir olması için ilgili fail(ler)in tespitinin yapılması zorunludur. Buna karşılık bugün dahi internetteki pek çok hukuka aykırı eylemin faili çeşitli kimlik gizleme ve anonimite yöntemleri nedeniyle tespit edilememekte ya da ABD kaynaklı yeni medya/metaverse sağlayıcı şirketlerce kurulu şubelerinin bulunmadığı ve ABD ile veri paylaşım sözleşmesi ya da güvenilir ülke protokolü olmayan Türkiye gibi ülkelere bilgi akışı sağlanmamaktadır. Dolayısıyla merkeziyetsiz bir yapısı bulunan ve kişilerin birer şifrelenmiş numaradan ibaret olduğu bu tür öte evrenler söz konusu olduğunda ise buralarda kişi tespiti yapılması imkansıza yakın olabilecektir. Nitekim bu sebeple bazı metaverse projeleri sadece kişilerin kendi isimleriyle evrene giriş yapmasına izin vermektedir.

Peki metaverse üzerinde birisi bizi (avatarımızı) öldürürse, o kişinin eylemini hangi madde bağlamında inceleyebileceğiz?  Bir dijital varlığınız/malınız (ev, bina, köprü, tablo vs) saldırıya uğradı ve yıkıldı ya da zarar gördü, bu durumda TCK sadece taşınır ve taşınmaz mala karşı zarar vermeyi düzenlediğinden bu türden olaylarda dijital varlığa zarar verme karşısında hangi TCK maddesini işletebileceğiz? Belki de bilişim suçlarıyla yoğun anlamda ilk karşılaşmaya başladığımız 1990’ların sonu 2000’lerin başında söylediğimiz gibi konuyla ilgili özel bir hukuki düzenleme yapılana kadar (tabii eğer yapılırsa) biz en azından Türkiye’de Yargıtay’ın andığımız şekilde TCK md. 244 anlamında oyun paraları ve dijital eşyalara dair olan kararlarını kıyasen bu konuda da uygulayabiliriz.

Metaverse üzerindeki evrenlerin ve dahası blockchain teknolojisinin merkeziyetsiz bir ağ sistemi olduğu düşünüldüğünde öte evrenlerde gerçekleşen satım gibi işlemlerin geçersizliği iddiası gibi nedenlerle hangi kuruma çözüm için başvurulması gerekeceği ve o kurumun da bu uyuşmazlığı hangi hukuka göre çözeceği de tartışmalı olacaktır. Satıcı ile alıcıyı buluşturan aracı kuruma mı, ilgili metaverse evrenini ortaya koyan şirkete mi başvuru yapılmalıdır gibi sorular henüz cevap beklemektedir.

Metaverse üzerindeki alım satım işlemlerinde satış sözleşmesinin kurulması noktasında o sözleşmenin hukuken kurucu unsuru olan karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanı aranması çerçevesinde yaşanabilecek bir irade uyuşmazlığı yaşanması hali ya da sözleşmenin geçerlilik unsurlarından biri olan sözleşme taraflarından en az birinin fiil ehliyetine sahip olmaması gibi haller de ilgili sözleşme Türkiye hukukuna göre sakatlanmış kabul edilecek ve de sözleşmenin geçerli olarak kurulmasına engel teşkil edecektir. Yani böylesi bir durumda satış sözleşmesinin yapılmış olması bile bizim hukukumuz açısından sonuç doğurmayacaktır ve fakat smart contracts (akıllı sözleşmeler) düşünüldüğünde metaverse üzerinde nodeların (blockchain kullanıcılarının) %51’i tarafından onaylandıktan sonra artık bu türden bir işlem geçerli sonucu elbette ki metaverse üzerinde doğurmuş olacaktır.

 

Kripto Paralara/Hesaplara Haciz ve Bizzat Kripto Borsa Şirketine İhtiyati Haciz

Kripto para birimlerinin kullanımının ışık hızıyla artmasıyla ve metaverse evrenleri çevresinde oluşan büyük merak ve yatırım fırsatı düşüncesi nedeni ile bu öte evrenlerdeki mülk alım satım işlemlerinin hacmi şimdiden çok büyük gözükmektedir. Buralarda edinilen mülklerin hacze konu olup olmayacağı da yatırımcıların çokça sorduğu bir sorudur. Bu bağlamda Türkiye’de 16 Nisan 2021 tarihli “Ödemelerde Kripto Varlıkların Kullanılmamasına Dair Yönetmelik” kapsamında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) kripto varlıkları “dağıtık defter teknolojisi veya benzer bir teknoloji kullanılarak sanal olarak oluşturulup dijital ağlar üzerinden dağıtımı yapılan, ancak itibari para, kaydi para, elektronik para, ödeme aracı, menkul kıymet veya diğer sermaye piyasası aracı olarak nitelendirilmeyen gayri maddi varlıklar” olarak tanımlanmış durumdadır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) yaptığı bu tanım kapsamında kripto varlıkların menkul kıymet veya sermaye piyasası aracı ya da ödeme aracı olarak nitelendirilebilmesi de artık mümkün değildir. Bununla birlikte ilgili Yönetmelik çıktıktan daha sonraki bir tarihte ise aşağıda detaylarına değineceğimiz sürecin sonucunda verilen milat niteliğindeki bir icra mahkemesi kararında ise; kripto paraların “bir çeşit döviz veya sanal para olarak kabul edildiğini” belirtilmek suretiyle Yönetmelik’tekinden daha farklı bir tanıma gidilmiştir ve kripto varlıkların haczi mümkün kılınmıştır böylelikle.

Bu andığımız Türkiye’de kripto paraya ilk haciz işlemi Mart 2021’de uygulanmıştır. İstanbul 14. İcra Dairesi alacaklı bir vatandaşın talebi doğrultusunda borçlu konumundaki bir başka vatandaşın 42 bin lira (masraflarla beraber yaklaşık 60 bin lira) değerindeki borcu için kripto para borsasındaki hesabına haciz koymuştur[6]. Eliptik Yazılım ve Ticaret Anonim Şirketi’ne bağlı Btctürk isimli firma aracılığıyla al sat yapan bir vatandaşın sanal parasına 5 Mart 2021 tahinde haciz uygulandı ki bu durum aslen kripto paraların merkeziyetsiz olması ile çelişik gözüktü ve fakat söz konusu olan bir borsaydı sonuçta. Bunun üzerine Btctürk ilgili vatandaşın hesabını 8 Nisan 2021 tarihinde blokelemiş ve de yeniden açılabilmesi için ilgili haczin kaldırılması gerektiğini bildirmiştir.

Daha önce kripto paradan elde edilen gelirlere el konulmasına ilişkin işlemleri görmüştük ve fakat “dijital” paraya yani “coinlere” haciz uygulanmasının ilk örneği bu olay olmuştur. Kripto paraların karşılığı olan değer değil de ilk kez bizatihi kripto para biriminin yani coin’in bizzat kendisi haciz konusu edilmiştir burada.

Burada “dijital” mal varlığına el konulmasına rağmen tahsilat işleminin nasıl gerçekleşeceği açıkça belirsiz durumdadır. Öyle ki konuya kanunen bakacak olursak; İcra İflas Kanunu’nda yasaklı ve hacze kabil olmayan mallar dışındaki her mala yasal işlem yapılabilir. Bu nedenle kripto paraya haciz konulması hukuka uygundur. Ancak tartışmalı olan hacizden sonra bu dijital değerlerin paraya çevrilmesi ve bunların icra dairesine gönderilmesi ve depo edilmesi yani tahsilat noktasındadır.

İlgili icra dairesince koyulmuş olan söz konusu hacze icra mahkemesi nezdinde de itiraz edilmiş ve mahkeme de kripto para haczi kararını onaylamıştır. İcra hukuk mahkemesi, kripto varlıkların ekonomik bir değere sahip olduğu ve neticesiyle haczinin mümkün olduğu ve dolayısıyla da haczedilebileceğine karar vermiştir[7].

İtiraz dilekçesinde, öncelikle borsa tarafından konulan blokenin gerekli önlemler alınarak ihtiyaten kaldırılmasına ve de icra müdürlüğü tarafından gönderilen haciz ihbarnamesinin iptaline, mahkeme aksi kanaatte ise kripto paraların, ihbarnamenin 3. kişiye ulaşmasından mahkemenin karar verilinceye kadarki süresi içinde kripto para için işlem gördüğü en üst değerden Türk lirasına çevrilmesine karar verilmesine ve son olarak da Türkiye’deki kripto para borsalarının SPK mevzuatına tabi aracı kurum ya da BDDK mevzuatına tabi banka veya finans kuruluşu olarak adlandırılamayacağı için mevzuat yokluğundan haciz ihbarnamesinin iptalinin gerektiği öne sürüldüyse de davalının tazminata mahkum edilmesi ve mallar üzerindeki haczin kaldırılması da istenen bu itiraz talebini değerlendiren İstanbul İcra Hukuk Mahkemesi, 19 Nisan 2021’de Türkiye’deki kripto para piyasası için emsal teşkil edecek bir karar vermiş olmuştur.

Kararda, İcra İflas Kanununun (İİK) 89/1. maddesi kapsamında, alacaklı avukatının talebiyle şikayete konu haciz ihbarnamesinin düzenlendiğinin anlaşıldığı belirtilerek, şu ifadeler kullanılmıştır: “Her ne kadar davacı, kripto paraların haczedilmeyeceğini iddia ederek şikayetçi olmuş ise de bu tür paraların da emtia ve menkul kıymetler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bir çeşit dijital döviz veya sanal para olarak kabul edildiği, dolayısıyla haczedilebileceği anlaşıldığından şikayetin reddine dair karar verilmiştir.”

Dolayısıyla da bu karar Türkiye’de kripto paralara yönelik mahkemelerce gerçekleştirilen ilk hukuki işlem olması nedeniyle emsal değer taşıyacak gibi gözükmektedir.

Netice olarak TCMB’nin çıkardığı Yönetmelik’te her ne kadar ”kripto varlıklar ödemelerde doğrudan veya dolaylı şekilde kullanılamaz” denmekteyse de şu an gelinen noktada, bir borç ödemesinin dolaylı yoldan kripto varlıklar üzerinden yapılabileceği anlaşılmaktadır.

Bu olayın üzerinden 6 ay geçmiş geçmemişti ki Eylül 2021’de bu sefer de bir başka vatandaş, bu defa bizzat Binance Türkiye‘ye karşı 240 bin dolarlık kayıp bitcoin konusu nedeniyle ihtiyati haciz işlemi başlattı. Söz konusu vatandaş, Mersin Tüketici Mahkemesi’ne başvuru yaparak Binance Türkiye’nin bağlı olduğu BN Teknoloji AŞ için ihtiyati haciz işlemi başlattı.

Öyle ki Binance Türkiye hesabına 240.000 dolar gönderen ve paranın ortadan kaybolduğunu iddia eden vatandaş, şirkete haciz işlemleri başlatmak için başvuru yapmıştı. Başvuruyu inceleyen Mersin Tüketici Mahkemesi, yüzde 15 oranında teminat yatırılması şartı ile kararı verdi ve mahkemenin belirlediği 36 bin dolar teminat ücreti de yatırılınca ihtiyati haciz kararı gerçekleşmiş olmuştu. 

Alınan karar sonrası harekete geçen Mersin 4. İcra Müdürlüğü, haciz işlemleri için çalışmalara başladı. Merkezi İstanbul’da bulunan Binance Türkiye’nin bağlı olduğu BN Teknoloji AŞ için 40 bankaya haciz talimatı verdi. Yazıda şirketin banka hesaplarındaki para bloke konulması istenirken Binance Türkiye de konu hakkında açıklama yapmıştı[8].

Binance Türkiye yaptığı açıklamada, “Şirketimizin yaptığı araştırmalar sonucunda adı geçen müşterinin kaybolduğunu iddia ettiği tutarın kendi rızasıyla transfer edildiği tespit edildi. İlgili kişinin bu işlem nedeniyle herhangi bir hak ve alacağı bulunmamaktadır. İşlem gerçekleştirilirken gerekli olan ve sadece müşterinin bildiği bilgilerin kullanıldığı da tespitlerimiz arasında yer alıyor. Konu hakkında müşterimiz ve ilgili makamlar bilgilendirilmiştir.” ifadelerini kullanmıştır.

Öyle ki bu olayların tartışmaları daha devam ederken ilgili şirket Binance Türkiye’ye bu sefer de Aralık 2021’de Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından yapılan yükümlülük denetiminde tespit edilen ihlallere ilişkin olarak ciddi sayılabilecek bir miktar olarak (kanundaki en üst sınır da olsa haklı olarak çok düşük bulunmuştur) en üst limit olan 8 milyon TL idari para cezası kesilmiştir[9] ve şirket bu konuda yine bir resmi açıklamada bulunmuştur[10].

Bu üç olay da bize şunu göstermiştir ki; metaverse evrenlerinde edinilen mülklerin haczi ve haczin usulü gibi konular aslen belki de en hızlı şekilde hukuki düzenlemeye ihtiyaç duyulan konuların başında gelmektedir.

 

Metaverse Deneyimini Bekleyen Olası Bazı Hukuki Sorunlar

Metaverse deneyiminde bizleri bekleyen ve zaten yeni medya (web 2.0) döneminden çok da aşina olduğumuz bazı hukuki sorunlar olarak metaverse evrenlerini sunan şirketler arasında yaşanabilecek ve yine önceki dönemkilerden bile daha çetin geçeceği anlaşılan patent savaşları başlayacaktır. Ayrıca öte evrenlerde yaratılan dijital eserler üzerinde doğacak fikri mülkiyet hukuku tartışmaları (Başta dijital binaların/evlerin/eserlerin/şehirlerin, avatarların vs 3d tasarım/çizim ve modellemeleri başta olmak üzere öte evrenlerde avatarlarca yaratılan her türden içerik açısından düşünülebilir), dijital miras ihtimali (metaverse kullanıcısının vefatının ardından öte evrenlerdeki dijital varlıklarının ve hatta bizatihi avatarının durumu yeni hukuki düzenlemeleri gerektirmeyecek midir?) ve de kişilik hakları ihlalleri, kişisel verilerin ifşası, gizlilik ve mahremiyet zaafiyeti sorunları görülebilir.

Metaverse’e özgü olarak karşılaşabileceğimiz mülkiyet hakkı ve bu hakkın üzerinde yaşanabilecek sair kısıtlamalar (Aslen belki de fragmanını kripto/dijital varlıklarının haczi ile gördüğümüz ve fakat avatarların metaverse üzerindeki evlerine izinsiz girilmesi vb gibi yeni açılımları bağlamında) ile ilgili sorunlar herhalde kişiler arası ilişkiler bağlamında en çok konuşulan başlık olacaktır.

Ayrıca maalesef siber zorbalık, siber şiddet ve bunlara ilişkin eylemler de Metaverse’ler bağlamında yine çokça konuşuluyor/tartışılıyor olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

Metaverse(ler) içinde meydana gelebilecek çeşitli alanlarda gerçekleşecek hukuka aykırılıkların çözümünde rol alacak hukukçular olarak üzerinde çokça çalışmamızı gerektirecek diğer akla gelen en temel sorunsal konuları kısa başlıklar halinde sayılmak üzere aşağıdaki gibi olabilir.

 

Metaverse’lerde Uygulanacak Hukuki Sistem ve Sorumluluk Rejimi

Açılacak metaverse evrenler acaba kripto para birimlerinden aşina olduğumuz üzere merkeziyetsiz bir durumda mı bulunacaklar yoksa bunları açan Facebook (Meta), Microsoft gibi şirketlerin kapalı kutuları olarak mı yer alacaklar? Bu sorunun cevabı bu öte evrenler arasında kullanıcıların nasıl geçiş yapabileceğine ve hatta geçiş yapıp yapamayacağına dair hukuki sorunu düşündürüyor. Tüm öte evrenler için tek bir hukuki sorumluluk düzeni mi söz konusu olacak, yani bir nevi insan hakları beyannamesinde olduğu gibi bir üst evrensel hukuk ve kullanıcı/avatar hakları bildirgesi gibi, yoksa klasik ülke hukukları ya da site/app/oyun kullanıcı sözleşmeleri gibi her bir ülke/uygulama/app/oyun için ayrı bir sorumluluk rejimi mi öngörülecektir?

Öyle ki meta evrenler tıpkı yeni medyanın yaptığı gibi klasik ülkesel sınırları aşar bir etkiyi, bu sefer daha da “gerçekçi” bir şekilde ortaya koyacaklarından, farklı ülkelerde yaşayan ya da farklı ülkelerin vatandaşı olan kişilerin bu mecralarda yaşayabilecekleri hukuki problemlerin çözümünde uygulanacak olan hukukun hangi hukuk olacağı da çözülmesi gereken başka bir sorundur.

Bu tür durumlarda aslen aşina olduğumuz uluslararası hukuk kuralları uygulama alanı bulabilecek midir yoksa metaverse için uluslararası düzeyde kabul görecek kendine göre/özgü “sui generis” bir hukuk sistemi mi inşa etmek gerekecektir?

Bugün dahi tüm dijital alanlarda devletlerin yargı yetkilerinin sınırlarının nerede başladığının ve bittiğinin tespitinin yapılmasından zorluklarla karşılaşılırken; farklı ülke hukuklarına tabi metaverse kullanıcıları arasında yaşanan hukuki problemleri yerel hukuk kurallarının çatışmasına neden olacak ve kullanıcılar farklı hukuki uygulamalara tabi olacaktır. Diğer taraftan yukarıda da bahsettiğimiz üzere bu sorunların çoğunluğu uluslararası ya da ülkesel yargı organları tarafından değil; yine o evreni “işleten” şirketler tarafından oluşturulan son kullanıcı sözleşmelerinin hükümleri kapsamında bir çözüme kavuşturulacaktır. Bu bağlamda bu türden çatışmaları engellemenin ve hukuki sorunları adilane çözümlere kavuşturabilmenin; bu şirketlerin hazırladığı son kullanıcı sözleşmelerinin en başta şeffaf şekilde ortaya koyulması ve daha da ileri bir boyutta evrensel avatar/kullanıcı hakları belgesine uyumluluğu sürekli kontrol edilen metaverse özgü kuralların oluşması ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz.

Yeni medya platformlarında örneklerini hukukçu olarak çokça gördüğümüz ve çözüme katkı sunmaya çalıştığımız üzere kişilerin platform/site/uygulama/oyun kullanıcı sözleşmesini (kurallar bütünü) ısrarla birden fazla kere ihlal etmesi ve/veya hesabını sadece ihlale yönelik hareketler için açmış ve kullanıyor olması noktasında o kişiye (e-posta adresine ve/veya ip adresine) ait hesabın kalıcı olarak sistemden kaldırılması ve o kişinin bir daha aynı cihazdan/ip adresinden/e-posta hesabından ve/veya bağlı 3. taraf uygulamalar (Facebook, Twitter, Isntagram vb) vasıtası ile yeni bir hesap oluşturamaması gibi bir durumu metaverse için düşündüğümüzde; öte evrende ciddi bir “suç işleyen” kişi karşısında biz hukukçular o kişinin avatarının meta evrenden tamamen çıkarılması/atılması/silinmesi gibi bir çözüm mü önereceğiz? Yeni medya uygulamalarında da etkileri tartışılan böylesi bir yaptırımı kabul etmek aslen hiçbir hukukçunun kabul edemeyeceği idam cezasını bile akla getirebilmektedir. Böylesi çok ağır ve açıkça “hukuksuz/haksız” bir müeyyide (metaverse’den yasaklanma vb) karşısında yaşam hakkında olduğu gibi; “her insanın metaverse giriş hakkı mutlaktır” şeklinde bir temel hak belirleme ihtiyacı tartışılabilir olacak mıdır gelecekte acaba?

Akla gelen tüm bu soru yumakları ve gelişmeleri günbegün hızla devam eden bu türden standart dışı etkileri olan düzen yıkıcı teknolojilerin hukuki, sosyolojik, ekonomik etkileri bağlamında bakıldığında kamusal faaliyetlerin düzenlenmesi noktasında da artık hukukçuların öte evrenlere özgü yeni bir insan hakları hukuku, uluslar üstü bir ceza hukuku, özel bir vergi hukuku, yenilenmiş bir milletlerarası hukuk anlayışı gibi alanlarda çalışmaya başlaması da uzak bir gelecekte de olsa beklenebilir durumdadır, şu an içinse yakın-orta vadede böylesi bir çıkarım çok iddialı olacak ve çok da mümkün kabul edilemeyecektir elbette ki.

 

İş Hukuku

Bir şirketin çalışanları metaverse üzerindeki ofislerinde toplantı halindeyken avatarlardan biri/birkaçı hacklenirse; yani avatarına yetkisiz erişim oluştuğu taktirde, toplantı sahibi olan şirketin kusursuz sorumluluğuna gidilebilecek şekilde kanunda özel bir kusura dayanmayan sorumluluk hali ihdas edilmesi düşünülebilir mi? Böyle bir durumda doğan zararlardan dolayı ya da ilgili öte evrenin sağlayıcısından kaynaklı bir güvenlik açığının varlığını düşündüğümüzde; ilgili metaverse sağlayıcısının mı ilgili çalışana tazminat ödemesi gerekecektir?

Yoksa bu yetkisiz erişim/hack temelli zaafiyete ihmali eylemleri nedeniyle bile olsa neden olan ilgili avatarı kullanan işçinin bizatihi kendisi ise o zaman da ilgili şirketin söz konusu çalışanına bu bağlamda ilgili zararları tazminat çerçevesinde rücu hakkı olabileceğini mi söyleyeceğiz?

Başka bir örnek olarak bu sefer de metaverse dijital ofisinde vr gözlüğü ile toplantı yapan bir işçinin bu esnada kendi evinde olduğu halde düşerek vs yaralanması ya da kullanmakta olduğu ilgili elektronik aletlerdeki sıkıntılar nedeniyle bedensel bir zarara uğraması halinde bunu bir iş kazası olarak yorumlayabilecek miyiz?

 

Vergilendirme

Devletlerin metaverse evreninde herhangi bir vergilendirme sistemi kurup kuramayacağı başka bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletler tarafından sunulan hizmetlerin vergilendirilmesi yine o ülke hukuku kapsamında değerlendirilebilecekken, öte evrenlerin görece merkeziyetsiz bir sistem üzerinde ve avatarın birinden diğerine geçişine de izin verir şekilde olacağı düşünülürse birbirine geçişli bir yapıya sahip olması durumunda ilgili ödeme, satın alma, coin/para alış verişi vb işlemlerinde hangi devletin vergi alacağı ve/veya hangi yer vergi hukukunun (olası çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarının kapsamları da düşünüldüğünde) uygulanacağını belirlemek zorlaşacaktır.

 

Sonuç Gibi Olmasa da

Görüldüğü üzere genel yazılarımızın aksine cevaplardan çok soruları barındıran bir yazı oldu ve bunun elbette bir nedeni var.

Aynı bugün Instagram, Twitter, Snapchat, Tiktok ve benzeri uygulamalar hayatımızın nasıl “vazgeçilmez” bir parçası haline geldiyse; ilerleyen on yıllarda da metaverse kavramının günlük faaliyetlerimizin çok büyük bir bölümünü oluşturacağını düşünüyoruz. Bu anlamda bugün gün içinde saatlerini yeni medya uygulamaları üzerinde geçiren bir toplum olarak artık bırakın vaktimizi vakfetmeyi bu sefer “gerçek” dünyadan kopma noktasına gelecek kadar bu öte evrenlerde yer alma/kalma olasılığımızı düşündüğümüzde buraya girememe/buradan yasaklanma halinde (özellikle bugünkü dijital yerliler/dijital göçmenler anolojisi bağlamında düşünüldüğünde bizatihi metaverse içerisine doğacak gelecek nesillerin artık “gerçeği” değil “gölgesini” yani metaverse’in kendisini tek gerçek olarak algılaması halinde) o günkü “distopik” dünya düzeninden/toplumdan dışlanma hissine kadar varabilecek şekilde yaşanabilecek olumsuz etkiler ve hatta travmalar hepimizin aklına gelmektedir.

Yukarıda belki de kasvetli bir şekilde sayıp döktüğümüz ve sosyolojik ve felsefi açısından da cevaplanması elzem soruların oluşacağı garanti olan hukuki problemlere kalıcı ve uygulanabilir çözümler sunabilmek için metaverse konseptinin net şekilde somutlaşarak uygulamaya geçmesini biz de görünmeye başlayan örneklerini deneyimleyerek merakla bekliyoruz.

Bu noktada açıkça ifade ve kabul etmek gerekir ki; kanun (yapma hızı) her zaman için teknolojinin (gelişme hızının) arkasında kalacaktır. Yıllardır söylediğimiz bu gerçek şimdi metaverse kavramının hayatımıza büyük bir hızla girdiği şu günlerde daha da belirginleşmiştir.

Ancak yine de hukukun teknolojiyi soluk soluğa takip edip yakalamaya çalışmasına aldanmaksızın; hukuk dünyasındaki tüm aktörlerin bu değişim ve gelişimi yakalayarak teknolojik gelişmeleri çok sıkı takip etmek suretiyle ileride ortaya çıkabilecek hukuki problemleri daha şimdiden ön görmesi gerekmektedir. Öyle ki bu türden proaktif çözümler sunmak için gerekli çalışmalara başlaması, her zaman söylediğimiz gibi daha uyuşmazlık boyutuna ulaşmadan engelleyebilmesi bizce ciddi bir önem arz etmektedir. Zaten ancak bu şekilde teknolojiden “anlayan” hukukçuların ve hukuktan “anlayan” bilişimcilerin/teknolojistlerin birlikte ve senkron çalışması dünyamızı koşar adım girdiği bu yeni çağda hiç kuşku yok ki çok daha güvenli bir hale getirecektir.

Zaten metaverse evrenlerinde yaşanacak hızlı gelişmelere karşı bu evrenleri ortaya koyan şirketlerin ve sair düzenleyici paydaşların, Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nde (General Data Protection Regualtion) bahsedilen tüm dünya için yol gösterici niteliği haiz “privacy by design” (tasarımın başından itibaren gizlilik) kavramına paralel olarak, yazılım/donanım mimarisinde olduğu gibi öte evren tasarımının da daha ilk planlanma aşamasında hukuki ve etik prensiplerin değerlendirmesi bizce bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca yargılama, çünkü uzun yıllardır dijital delillerin gündeme gelmediği bir boşanma ya da iş davası görmedik sanıyorum, dolayısıyla yargılama noktasına da baktığımızda gönül ister ki tüm mahkemeler bilişim ve teknoloji konusunda uzmanlaşmış olsunlar ve fakat bunun gerçekleşmesi mümkün gözükmemekle birlikte şimdilik sadece ceza hukuku bağlamında olup dar bir alanda kalmış ve aslen bizce gecikmiş bir gelişme olsa da nihayeten bazı asliye ceza ve ağır ceza mahkemelerinin bu suçlara iş bölümü ilişkisi içinde bakmaya görevli kılınması yoluyla 25 Kasım 2021 tarihi itibarı ile ülkemizde bilişim uzmanlık mahkemeleri kurulmuş[11] durumdadır.

Bu nedenle son söz olarak her zaman ifade ettiğimiz gibi her üniversitede, başta hukuk olmak üzere her fakültede veri okur yazarlığı, siber etik ve bilişim hukuku derslerinin mutlaka olması gerektiğinin altını çiziyoruz.

Yukarıda “Metaverse’lerde Uygulanacak Hukuki Sistem ve Sorumluluk Rejimi” başlığında da değindiğimiz bu yazının konusunu oluşturan yenilikçi teknolojik kavramlarının hukuk dahil pek çok alan bağlamında yıkıcı, standart bozucu ve dolayısıyla da kendi dinamiklerini dikte ettiren etkileri olduğu düşüncesini uzundur taşıyoruz. Bu çerçevede Türkiye’de ilk kez “Yıkıcı Teknolojiler Hukuku” başlığıyla yapılmış olan etkinlikte de 22 Nisan 2017’de yer alıp[12] uzaydan yapay zekaya, mimariden 3 boyutlu yazıcılara, robotlardan oyun endüstrisine kadar pek çok alandaki yıkıcı teknolojik gelişmelerin hukuka yadsınamaz etkisini ele almıştık.

Bu vesileyle bizim de çok yakında yüksek lisans düzeyinde bu tür konuları inceleyeceğimiz ve güncel ve dinamik tartışmalar yapıp yeni bakış açıları yaratacağımızı umduğumuz “Yeni ve Yıkıcı Teknolojiler Hukuku”[13] (Emerging and Disruptive Digital Technology and the Law) dersini öğrencilerimizle paylaşıyor olacağımız müjdesini de buradan verelim.

Yıkıcı teknolojilerin gelişmekte olan piyasalardaki hukuki ve düzenleyici etkilerini inceleyeceğimiz bu dersimizde açıkça geleceğin hukukunu yani metaverse kavramını, blok zincirini, akıllı sözleşmeleri, NFTleri ve 2013 tarihli yüksek lisans tezimizde[14] konu edindiğimiz yapay zekayı örnekleriyle deneyimleyip; sosyal, politik ve hukuki çıktılarıyla birlikte bilişim ve teknoloji hukukundaki güncel doktrin, uygulamalar ve gelişmeler çerçevesinde inceleyip tartışacağız.

Öyle ki yıkıcı etkileri olan bu yeni gelişen teknolojiler, içinde yaşadığımız dünyayı her gün yeniden şekillendiriyor ve bu yeniliği yönetmeye talip olan yasalar ve düzenlemeler de aynı hızla değişmeye ve senkronlanmaya çalışıyor. Dünyanın dört bir yanındaki işletmeler ve hukukçular bu teknolojilerin sunduğu zorluklara ve fırsatlara ayak uydurmak için mücadele ediyor.

Ortaya çıkan, bu yeni ve yıkıcı teknolojilerde kullanılan kavramlarının ve terimlerin anlaşılması; bunların hukuki etki değerlendirmesinin katılımcılar tarafından yapılabilmesi, bilgi toplumu ve dijital dünyadaki güncel gelişmelerin incelenmesini gerektirir. İçinden geçtiğimiz bu yeni düzen ve anılan yıkıcı teknolojiler, yeni bir Sorumluluk Hukuku geliştirmemizi, araştırmaları bu alana doğru kaydırmamızı ve de dünyada örneği az bulunan ve Türkiye’de de bilişim hukuku alanında yüksek lisans seviyesinde[15] ilk kez verilecek olan “Yeni ve Yıkıcı Teknolojiler Hukuku” dersimizin katılımcıların bu alanda araştırma yapmasını gerektirecektir. Bu da bilimden/bilişimden/teknolojiden “anlayan” uzman hukukçu ve hukuktan “anlayan” bilişimci-teknolojist uzman arayışımızda bizi ulaşmak istediğimiz hedefe bir adım daha yaklaştıracağını umduğumuz bir çaba olarak görülmelidir.

 

[1]   https://nakamotoinstitute.org/bitcoin/ , “Bitcoin: A Peer-to-Peer Electronic Cash System” Satoshi Nakamoto, 31 Ekim 2008

[2] https://www.internetandtechnologylaw.com/metaverse-nfts-web-3/ , “NFTs, Web 3.0 and the Technologies Enabling the Metaverse”, Riaz Karamali, Joel Simon, 1 Aralık 2021

[3] https://www.theverge.com/22588022/mark-zuckerberg-facebook-ceo-metaverse-interview , “Mark in the Metaverse: Facebook’s CEO on why the social network is becoming ‘a metaverse company’”, Casey Newton, 22 Temmuz 2021

[4] https://www.serhatkoc.com/wp-content/uploads/2022/01/Antalya-BAM-Karari_DijitalMiras.pdf, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 2020/1149 E., 2020/905 K. numaralı ve 13 Kasım 2020 tarihli kararı

[5] https://www.serhatkoc.com/wp-content/uploads/2022/01/Yargitay_Karari_Oyun-Karakterinin-Calinmasi_2020.pdf , Yargıtay 13. Ceza Dairesi’nin 2019/9265 E., 2020/258 K. numaralı 8 Ocak 2020 tarihli kararı

[6] https://www.serhatkoc.com/wp-content/uploads/2022/01/Kripto-Para-Hesabi-Haczi_Karari_2021.jpg , İstanbul 14. İcra Dairesi’nin 5 Mart 2021 tarihli söz konusu birinci haciz ihbarnamesi

[7] https://www.dunya.com/finans/haberler/turkiyede-ilk-kripto-paraya-haciz-geldi-haberi-618511 , “Türkiye’de ilk: Kripto paraya haciz geldi. Borçlunun kripto parası haciz işlemi için menkul kıymet olarak sayıldı.”, Dünya Gazetesi’nin konu hakkındaki 20 Nisan 2021 tarihli haberi

[8] https://twitter.com/BinanceTR/status/1435708880458297344 , Binance TR’nin 8 Eylül 2021 tarihli açıklaması

[9] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyede-kripto-varlik-platformlarina-yonelik-ilk-ceza-geldi/2457158 , “Türkiye’de kripto varlık platformlarına yönelik ilk ceza geldi.”, 25 Aralık 2021

[10] https://twitter.com/BinanceTR/status/1474752942737694723 , Binance TR’nin 25 Aralık 2021 tarihli açıklaması

[11] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/30112021092825112021-1229pdf.pdf, Hâkimler ve Savcılar Kurulu 1. Dairesi Kararı, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanlığı, Karar Tarihi : 25.11.2021, Karar No : 1229

[12] https://www.facebook.com/events/661563770697148/ , “Yıkıcı Teknolojiler Hukuku – #GelecekBurada 5” adlı etkinlik, 3Dörtgen, 22 Nisan 2017

 

[13] Bu konuyu/başlığı/durumu net bir şekilde adresleyip açıklayan en eski tarihli akademik çalışma için bakınız, https://scholarship.law.georgetown.edu/facpub/1878 , “Disruptive Technologies and the Law”, Neal K. Katyal, 2014, Georgetown Law Faculty Publications and Other Works

[14] https://www.serhatkoc.com/wp-content/uploads/2016/02/Avukat_Serhat_Koc_Sosyal_Medya_Hukuku_YukseK_Lisans_Tezi.pdf , “Hukuksal Bağlamda Sosyal Medya Analizi Ve Kıyaslamalı Mevzuat Önerileri”, “Legal Analysıs Of Socıal Medıa And Comparatıve Legıslatıve Solutıon Proposals”, Serhat Koç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hukuk Yüksek Lisans Programı, Bilişim Ve Teknoloji Hukuku, Yüksek Lisans Tezi, 2013, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Aslı Tunç

[15] https://okan.edu.tr/yukseklisansprogramlari/bolum/454/bilisim-hukuku/ , İstanbul Okan Üniversitesi Bilişim Hukuku Yüksek Lisans Programı

Konumsal Medya: Dijital Çağda Mekan Üzerine Disiplinlerarası Tartışmalar

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

Marmara Üni. İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Bilişim anabilim dalından Arş.Gör. Cemile Tokgöz Şahoğlu ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü İletişim Bilimleri anabilim dalından Arş.Gör. Betül Aydoğan‘ın çok değerli ve azimli editörlükleriyle derlenen “Konumsal Medya: Dijital Çağda Mekan Üzerine Disiplinlerarası Tartışmalar” isimli kitabımız benim de tek hukukçu olarak içlerinde olduğum çok farklı disiplinlerden akademisyenlerin konumsal medya kavramına farklı açılardan bakan bölümleri ile araştırmacılara sunuldu.

Ben, “Kişisel Veri Olarak Konum Verisi(nin Korunması) ve Bu Bağlamda Karşılaşılan Hukuki Sorunlar” ismini verdiğim kendi bölümümde konumsal mahremiyet (locational privacy) olarak adlandırılan ve konum verisinin gizliliğini kişisel bir hak olarak ele alan yaklaşımları konum tabanlı pazarlamayı ve Kişisel Verilerin Korunması Kanunu da (KVKK) içine alacak şekilde yasal düzlemde tartışmaya çalıştım. Bölümümün ilk dip notunda da belirttiğim üzere ileri okumaya yönelik referans kaynak linkleri ve de bölümün güncel haline ve sunum videosuna internet sitemdeki ilgili kısımdan her zaman ulaşabilirsiniz.

Kitaba değerli katkılarını sunan akademisyenler ise şu şekilde: İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden Doç. Dr.Burkay Pasin, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Derya Gül Ünlü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık ve Tanıtım anabilim dalından Prof. Dr.Halime Yücel, Atatürk Üniversitesii İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden Prof. Dr. Hüseyin Köse, Kırklareli Üniversitesi’nden Öğretim Görevlisi Dr. Mehmet Fatih Çömlekçi, Beykent Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Melis Oğuz, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Bilişim Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Necmi Emel Dilmen, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü İletişim Sosyolojisi Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Oya Morva, Fenerbahçe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr.Özlem Özdemir, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr.Serhat Güney ve ben İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Fikri Mülkiyet ve Bilişim Hukuku Anabilim Dalı’ndan Av. Öğr. Gör. Serhat Koç (LL.M. IT)

Konumsal Medya: Dijital Çağda Mekan Üzerine Disiplinlerarası Tartışmalar.

“Konumsal Medyanın Mekânsal Pratiklere Yansıması: Benlik, Hafıza, Deneyim”, ” Konum Verisinin Ticari Kullanımı, Yasal Düzenlemeler, Direniş Olanakları” ve de ” Toplumsal Eşitlik Arayışında Konumsal Medya” şeklinde üç ana ayrımdan oluşan kitaptaki bölümlerin/yazıların başlıkları ise şu şekilde: Dijital Ortamda “Mekânsal Benlik” Performansları: Sosyal Medyada Konum Belirleme Uygulamaları Üzerine Analiz, Tarihe Tanıklıktan Toplumsal Tahayyüle: Konumsal Medya ve Hafıza, Kitle Turizminden Otantik Deneyime: Konumsal Medya, Yeni Gezginler ve Dijital Seyahatler, Konumsal Medya ve Alışveriş Merkezi Deneyimi, Yanınızdan Hiç Ayrılmayan Markalar: Konum Tabanlı Pazarlama, Kişisel Veri Olarak Konum Verisi(nin Korunması) ve Bu Bağlamda Karşılaşılan Hukuki Sorunlar, Konumlan Fakat Yerleşme! Egemen Kamusallık ve Ürettiği Mekânsal Algıya Karşı Yeni Konumlanma Biçimleri Üzerine Deneme, Konumsal Medyanın Dönüştürdüğü Kentlerde Toplumsal Cinsiyet Algısı, Görün(m)üyorum, Öyleyse Varım: Konumsal Medyada Kuir Mekân Pratikleri, Dijital Dayanışma: Mülteciler için Geliştirilen Konum Tabanlı Uygulamalar.

Coğrafi konum verisinin dijital medyaya eklemlenmesiyle, içinde bulunduğumuz mekân ve mekâna ilişkin dijital enformasyon eş zamanlı olarak deneyimlenebilmektedir. Söz konusu eş zamanlılık, kentsel mekânı görme biçimlerimizde yeni yönelimler sunarken gündelik yaşamdaki tüm mekân pratiklerini, yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Sosyo-mekânsal çerçevede kullanıcı ile mekân arasında bir arayüz işlevi gören konum tabanlı teknolojiler, mekân algısı, kent anlatısı ve hafızası, mekânın toplumsal üretimi, gözetim, mahremiyet ve direniş biçimleri, toplumsal eşitlik arayışında sunduğu yeni olanaklar ve tehditlerle kenti, anlamsal ve deneyimsel olarak dönüştürmektedir. Tam olarak bu noktada biçimlenen akademik bir çalışma alanı olan konumsal medya, insan ve mekân arasındaki diyalektik ilişkiye dâhil olan konum tabanlı teknolojileri, Mimarlık’tan Psikoloji’ye birçok alana temas ederek, ancak İletişim Çalışmaları zemininden ayrılmayarak konu edinmektedir. Türkçe literatüre konumsal medya konulu bir kaynak kazandırma amacıyla hazırlanan bu derleme çalışması, konumsal medyanın gündelik yaşam üzerindeki etkilerini disiplinlerarası bir yaklaşımla ortaya koymayı hedeflemektedir.

YARATICILIĞI TEŞVİK EDEN LİSANSLAR: Creative Commons Lisansları

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

(Aşağıda ilk sayfasına yer verilen makalenin tamamını pdf formatında indirmek için tıklayınız.
Bu makale, ilk olarak Yetkin Yayınları'nca Ağustos 2017'de yayınlanan ve editörlüğünü

Prof. Dr. Tekin Memiş'in yaptığı Fikri Mülkiyet Hukuku Yıllığı (2015) isimli eserde yer almıştır.
 

YARATICILIĞI TEŞVİK EDEN LİSANSLAR: [1], [2]

Creative Commons[3] Lİsansları [4], [5]

LICENSES TO ENCOURAGE CREATIVITY: Creative Commons

Anahtar Kelimeler: Creative Commons, Telif Hakkı, Adil ve Serbest Yararlanma, Açık Lisans

Av. Öğr. Gör. Serhat Koç (LL.M.) [6]

[1] Bu yazı, yazarının üyesi olduğu Fikri Mülkiyet Platformu ve de Türkiye Basım Yayın Meslek Birliği’nin 30-31 Mart 2016 tarihlerinde ortaklaşa düzenledikleri ‘Yayımcılıkta Telif Hakları Sempozyumu’ çerçevesinde 31 Mart 2016 günü Prof. Dr. Tekin Memiş’in başkanlığında gerçekleştirilen Yayımcılıkta Dijital Haklar başlıklı panelde yazar tarafından sunulan “Yaratıcılığı Teşvik Eden Lisans Türleri” sunumu çerçevesindeki konuşmasından yazarın kendisi tarafından düz yazı formatına çevrilmiştir. Anılan sempozyum hakkındaki detaylı bilgilere http://fikrimulkiyetplatformu.org/sempozyum/ ve http://www.turkiyehukuk.org/yayimcilikta-telif-haklari-sempozyumu/ ve http://tbym.org/icerik/yayimcilikta-telif-haklari-sempozyumuna-gerceklesti.html adreslerinden ulaşılabilmektedir. Sempozyumdaki sunumlar ise http://fikrimulkiyetplatformu.org/yayimcilikta-telif-haklari-sempozyumundaki-sunumlar/ adresinde bulunmaktadır.

[2] İlk dipnotta anılan nedenlerle bu yazı akademik bir makale niteliğini haiz olmaktan çok konusu hakkındaki görüş ve düşüncelerin düz yazı haline getirilerek, belirli referanslar çerçevesinde okuyucuyla paylaşılması çabası olarak görülmelidir. Yazının amacı ise fikri haklardaki tekelci anlayışa karşı duracak çözümler üretilmesine ve paylaşım kültürünün gelişimine destek vermektir. Referans kaynaklar listesi yazının sonunda yer almaktadır. Anılan sunumun videosu, bu yazının en son güncel versiyonu ve de en sonda yer verilen referans kaynakların tamamı kendi sahiplerinin belirlemiş olduğu lisanslar çerçevesinde kullanılmak şartıyla tarafımızdan http://serhatkoc.com/creative-commons adresinde okuyuculara sunulmuşlardır.

[3] Creative Commons (CC) lisansları hakkında Türkçe en temel bilgilendirmeler CC’nin ana sayfasındaki Türkçe sayfalar olan https://creativecommons.org/licenses/?lang=tr adresinde, bizim de ortak hukuk danışmanı olduğumuz (https://wiki.creativecommons.org/wiki/Turkey#Affiliate_Team_Roadmap)CC Türkiye’nin ana sayfasında http://creativecommons.org.tr/ ve de ilgili Türkçe Wikipedia sayfaları olan https://tr.wikipedia.org/wiki/Creative_Commons adresinden edinilebilir.

[4] Bu yazı http://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0/ adresinden erişilebilen Creative Commons Alıntı-Gayriticari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. Bu lisansın dilimize ve hukukumuza uygun bir şekilde olmak üzere Türkçe diline çevirisi Arş. Gör. Selva Kaynak Koç ile birlikte tarafımdan gerçekleştirilmiş ve taslak çeviri http://creativecommons.org.tr/cc-4-0-lisanslari-yasal-kodlarinin-cevirisi-kamuoyu-gorusune-acildi/ adresinde detayları görülebileceği üzere kamuoyu görüşüne açılmış ve sonrasında resmileştirilmiştir.

[5] Yazının genel kontrolüne dair son okumalarını yapan ve de teknik düzenlemesini gerçekleştiren Arş. Gör. Selva Kaynak Koç’a emekleri ve ayırdığı zamanı için çok teşekkür ederim.

[6] Bilişim Hukuku ve Fikri ve Sınai Mülkiyet Hukuku alanında Hukuk Danışmanı, Öğretim Görevlisi, Avukat, Bilirkişi. Kendisine hukukcu@serhatkoc.com şeklindeki e-posta adresinden erişilerek görüş, öneri ve eleştiriler iletilebilmektedir.

Ticari İletişimin ve E-Ticaretin Kuralları Artık(!) “Belirlendi”

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

Ticari İletişimin ve E-Ticaretin Kuralları Artık(!) “Belirlendi”

Giriş

28.04.2015 tarihi itibarı ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın internet sitesinde Elektronik Ticarette Sözleşme ve Siparişler Hakkında Yönetmelik Taslağı ve Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik Taslağı yayınlandı. Ancak esasen bu yönetmelikleri Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bilgisine ulaştık.PDF dosyalarının özellikler kısmına baktığımızda ise “Ozan Tüysüz” ismini görüyoruz. İnternet’te yaptığımız kısa aramada kendisinin Gümrük ve Ticaret Uzmanı ve de ODTÜ mezunu bir Bilgisayar Yüksek Mühendisi olduğu bilgilerine ulaşıyoruz.

Esasen bu iki yönetmelik de 5 Kasım 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve fakat 1 Mayıs 2015 tarihinde yürürlüğe girecek olan ve de başka bir yazımızda detaylı şekilde ele aldığımız Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuat olma niteliğini haizler. Taslaklarının ilgili kamu kuruluşları ve özel sektör temsilcileriyle yapılan işbirliği ve görüş-alışverişi neticesinde hazırlandığını burada belirtmek isteriz ki ve fakat çoğu zaman kanun seviyesinde dahi göremediğimiz bu demokratik tutumu ikincil düzenlemeler için beklemek de oldukça hayalperestlik olur elbette. Bizler bu taslakların hangi kurum ya da kişilerle paylaşıldığını ve nasıl görüşler alındığını ve bu görüşlerin ne derece metinlere yansıtıldığına dair herhangi bir sözlü ya da yazılı bilgi ve belgeye ulaşamadık.  Aktaran olursa yayınlamaktan memnuniyet duyarız.

Elektronik Ticarette Sözleşme ve Siparişler Hakkında Yönetmelik taslağında Kayıtlı Elektronik Posta (KEP) hususuna dair yepyeni bir uygulama ve yükümlülük düzenlenmiş durumda. Öyle ki artık e-ticaret sitelerinin, site üzerinde yayınlayacakları iletişim bilgileri arasında KEP adreslerinin de yer alması zorunlu tutulmuş durumda. Bu kapsamda, elektronik ticaret faaliyetinde bulunan gerçek ve tüzel kişiler, yönetmeliğin yürürlüğe gireceği 1 Mayıs 2015 tarihinden itibaren KEP adreslerini sitedeki iletişim bilgileri arasında bulundurmakla yükümlü olacaklar. Dolayısıyla tüketiciler dilerlerse e-ticaret hizmeti sağlayan gerçek ve tüzel kişilere KEP kullanmak suretiyle ulaşabilecek ve böylece de cayma hakkı vb. önemli hususların delillendirilmesinde yaşanan belli başlı sıkıntıların önüne geçilmiş olunacaktır.

Bunun yanında, yine Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın internet sitesinde Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik Taslağı da 28.04.2015 tarihi itibarı ile yayınlandı. Bu taslak da daha evvelden detaylı şekilde incelediğimiz Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da bulunan ticari elektronik ileti gönderilmesi hususunu daha ayrıntılı olarak düzenlemekte olan bir ikincil mevzuat metni olma görünümünde. Bu yönetmelikle birlikte elektronik ticaret alanında başta ticari elektronik iletileri reddetme hakkının her zaman, ücretsiz ve kolay bir şekilde tanınmasının olmak üzere kapsamlı pek çok düzenlemenin uygulamaya geçirileceğini umuyoruz.

Yönetmeliklerin de Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un olduğu gibi 1 Mayıs 2015’ten itibaren yürürlüğe gireceklerini tekrar hatırlatalım.

İnceleme

Temelde elektronik ortamda mal/hizmet satışına/sunumuna ilişkin sözleşme/siparişlerdeki yükümlülükleri düzenlemeyi amaçlayan Elektronik Ticarette Sözleşme ve Siparişler Hakkında Yönetmelik Taslağı’na ve de esasen telefon ve internet gibi elektronik iletişim araçlarıyla gönderilen SMS, e-posta ve telefon araması yoluyla gerçekleştirilen her türlü ticari iletişime ve bunların yapılmasına elektronik ortam sağlayan aracı hizmet sağlayıcılara dair yükümlülükleri düzenleme amacı içerisinde olan sitesinde Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik Taslağı’na madde başlıkları halinde baktığımızda en önemli noktaların şunlar olduğunu görüyoruz:

Ticari amaçla gönderilen elektronik iletilerin, alıcılara ancak ve ancak yazılı veya her türlü elektronik iletişim araçlarıyla alınabilecek olan onayları gönderim öncesi alınmak kaydıyla gönderilebilmesi kararlaştırılmış. Alıcılara her zaman için ticari elektronik iletiyi ücretsiz ve kolay bir şekilde reddetme hakkı tanınması düşünülmüş. Ret bildirimi imkânının gönderilen her bir ticari elektronik iletide (e-posta, sms vb.) yer alması zorunlu hale getirilmiş.

Alıcısı tarafından göndericiye iletilen ret talebine müteakip üç (3) iş günü içerisinde göndericinin artık ilgili alıcıya söz konusu elektronik iletiyi gönderme işlemini tamamen durdurması hususuna yönetmelikte yer verilmiş. Elektronik ortamda yapılan ticari iletişimi gerçekleştiren kişi ve kurumların gizli kalmaması ve belirlenebilir olması için bu iletişimde haberleşmenin türüne bağlı olarak telefon numarası ve elektronik posta adresi gibi erişilebilir durumdaki gerekli iletişim bilgilerinin yer alması zorunlu hale getirilmiş ve dahası promosyon ve hediye gibi hususların da açık ve anlaşılabilir olması yönünde düzenleme yapılmıştır.

Alıcının kendisine ait iletişim bilgisini vermesi halinde, temin edilen mala/hizmete ilişkin değişiklik, kullanım ve bakım gibi hususlara yönelik olmak üzere yapılacak iletişimler için ayrıca onay alınmaması kabul edilmiştir. Esnaf ve tacirlere ise önceden onay alınmaksızın ticari ileti gönderilebileceği de yönetmelikte hüküm altındadır.

E-ticaret sitelerinin, alıcıların sipariş ve sözleşmeyi hangi aşamalarla gerçekleştireceğine ve de siparişlerindeki hatalarını ise nasıl düzeltebileceklerine dair bilgileri ana sayfalarında yer vermeleri konusunda da ilgili düzenlemeler sağlanmış. Ayrıca elektronik ortamda ticari faaliyette bulunanların artık kendilerine ait MERSİS no ve KEP adresi gibi güncel tanıtıcı bilgilerini site üzerinden kullanıcılara bildirmesi zorunlu hale getirilmiş. Bununla birlikte tamamlayıcı şekilde olmak üzere; e-ticaret işletmelerinin, faaliyette bulundukları alan adlarını ticaret veya esnaf siciline tescil ettirmesi düzenlendiği gibi ilgili yönetmelikte gösterilenlere uygun güvenlik standartlarını sağlayan e-ticaret sitelerinin de e-ticarette şeffaflık ve güvenlik açısından sitelerin de bu hususlara yer vermelerinin önü açılmış.

E-ticaret işlemlerinde alıcı tarafından ödeme bilgileri verilmeden önce vergi ve kargo masrafları da dahil olmak üzere toplam bedelin site üzerinden görüntülenebilmesi hususu ve de veri giriş hatalarının belirlenebilmesi için geri al, değiştir ve sipariş özeti vb. uygun teknik araçların alıcılara sunulması zorunlu tutulmuş. Elektronik ticaret alanında hizmet sunan sitelerin, elde ettikleri kişisel verilerin güvenliğinden sorumlu olma noktasında bunları saklayacakları ve de üçüncü kişilerle paylaşamayacakları da son derece kritik bir düzenleme olarak ilgili yönetmelikte yerini almış.

Sonuç

Kanuna aykırı hareket edenleri ise her zamanki gibi para cezası bekliyor. Yönetmeliklerin bağlı olduğu ilgili kanunda öngörülen hizmet sağlayıcı vb. yükümlülüklerine aykırı hareket eden kişi ve kurumlara bin (1.000) TL ile beş bin (5.000) TL arasında değişen idari para cezaları ilgili bakanlık tarafından uygulanacak. Alıcıların onayı alınmaksızın bir kere de bir adetten fazla kişiye ileti gönderilmesi halinde ise ceza üst limiti elli bin (50.000) Türk Lirasına kadar arttırabilecek şekilde düzenleme yapılmış durumda.

Başka bir yazımızda madde madde tüm detaylarıyla inceleyeceğiz bu iki yönetmelik ve esasen bağlı oldukları kanun sayesinde e-ticaret sitelerindeki sipariş ve sözleşmelerde yaşanan sorunlar ve de özellikle ticari elektronik iletiler konusunda ülkemizde uzun yıllardır pek çok mağduriyete yol açan ve vatandaşları bezdiren istenmeyen eposta/çağrı/sms reklamları alanında yaşanan ciddi hukuki boşluğun bu yolla giderileceğini ümit ediyoruz.

18 YIL SONRA: TÜRKİYE’DE İLK E-TİCARET KANUNU

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

Türkiye’nin E-Ticaret Serüveninde İlk E-Ticaret Kanunu 18 Yıl Sonra Gelebildi

Giriş

Türkiye’de ilk e-ticaret uygulaması Prizmanet tarafından 1996 yılının ikinci yarısında hazırlanıp Ocak 1997’de yayına sunulan Remzi Kitabevi’nin remzi.com.tr adresindeki e-dükkanıdır (Kaynak için Bkz. Ravil Tağıyev’in Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı’ndaki 2005 tarihli “E-ticaret ve İnternet Üzerinden Pazarlama” isimli yüksek lisans tezi sf. 137, ve ayrıca aynı yönde Bkz. Burcu Cedetaş’ın Prizmanet Elektronik Yayıncılık Hizmetleri San. ve Tic. A.Ş. sunumu).

Dolayısıyla Türkiye’de başlangıcını 1997 yılı olarak alabileceğimiz e-ticaret uygulamalarına dair ilk mevzuat düzenlemesi ise 2015 Mayıs’ında yürürlüğe girmesi koşuluyla ancak 2014 yılında yapılabilmiştir. Uzun süredir beklenen 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 23/10/2014 tarihinde kabul edildi ve fakat 5 Kasım 2014 tarihli ve 29166 sayılı Resmi Gazete’de yayınlandı.

6563 sayılı Kanun olarak yayınlanan ve 1 Mayıs 2015 tarihinde yürürlüğe girecek olan elektronik ticarete ilişkin usulleri düzenleyen bu Kanun’un getirdiği en önemli düzenlemeler, Hizmet Sağlayıcılar’ın bilgi verme yükümlülüğüne ve ticari elektronik iletilere ilişkin hususlardadır. Kanun’la ilgili ikincil mevzuatlar Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanacaktır.

Bu Kanun’un amacı, elektronik ticarete ilişkin esas ve usulleri düzenlemek olup, Hizmet Sağlayıcı ve Aracı Hizmet Sağlayıcı sorumluluklarını, elektronik iletişim araçlarıyla yapılan sözleşmeler ile elektronik ticarete ilişkin bilgi verme yükümlülüklerini ve uygulanacak yaptırımları kapsamaktadır.

E-ticaretle ilgili düzenlemeleri Avrupa Birliği uyum çerçevesinde yeniden ele alan kanun, genel itibarıyla kişisel verileri korumayı, iletişimin gizliliğini sağlamayı ve tüketiciyi e-ticarette korumayı amaçlamaktadır.

Aslında birden fazla hususu düzenleyen Kanun’la gelen ve gündelik hayatı ve aslında hukuk uygulamasını da doğrudan doğruya en çok ilgilendirecek ve etkileyecek değişiklik, ticari elektronik iletilere ilişkin hükümlerdedir.

Ancak bundan önce, Kanun’un düzenlediği diğer alanlardan bahsetmek gerekmektedir. Kanun’da Hizmet Sağlayıcı olarak tanımlanan elektronik ticaret hizmetini veren kişiler, bundan böyle kendilerine ait güncel ve tanıtıcı bilgileri alıcılara sağlamakla yükümlüdür. Bunun yanında Hizmet Sağlayıcılar, sözleşmenin kurulması için gerekli olan teknik adımlar, sözleşmenin ne şekilde saklanacağı, veri girişinde hata yapılması halinde bu hataların belirleneceği ve düzetileceği, gizlilik kuralları ve alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri hakkında hizmet alan kişileri bilgilendirmekle yükümlü olacaklardır. Ayrıca Hizmet Sağlayıcılar, ürün veya hizmetin bedelinin ödenmesinden önce sözleşme şartlarını Alıcı’ya göstermekle ve siparişin alındığını teyit etmekle de yükümlü kabul edilmişlerdir.

Aslında bu yükümlülükler Kanun olmasa da uzunca bir süredir e-ticaret sitelerinin büyük bir kısmı tarafından uygulana gelmekteydi. Özellikle trafiği fazla olan, büyük internet siteleri, müşteri memnuniyetini sağlamak adına kendilerine ilişkin bilgileri sunmalarının yanında, satış sözleşmelerini de Kanun’da belirtilen şekilde yapıyorlardı. Bu nedenle bu yükümlülüklerin uygulamada önemli bir değişikliğe sebep olmasını beklememek gerekir.

Önemli Değişiklikler
Kanun’la gelen en önemli ve heyecanla beklenen değişiklik, ticari iletilerin gönderilmesinin onaya tabi tutulmasıdır. Kanun, özellikle istenmeyen/spam mesajlardan rahatsız olan kullanıcıları yani aslında tüm vatandaşları/tüketicileri rahatlatacak bir uygulamayı da hayata geçirmektedir. Gerçekten de her gün gelen reklam içerikli kısa mesajlar ve e-postalar sebebiyle teknolojiden dahi nefret etmeye sebep olan istenmeyen mesajlar bu Kanun ile sınırlanmaktadır.

Kanun, ‘telefon, çağrı merkezleri, faks, otomatik arama makineleri, akıllı ses kaydedici sistemler, elektronik posta, kısa mesaj hizmeti gibi vasıtalar kullanılarak elektronik ortamda gerçekleştirilen ve ticari amaçlarla gönderilen veri, ses ve görüntü içerikli iletiler’ olarak tanımladığı ticari elektronik iletilerin gönderilmesini, Alıcı’nın öncül onayına bağlamaktadır. Daha açık bir ifade ile Kanun, telefon veya e-posta adresi üzerinden sürekli gönderilen reklam mesajları/e-postalarına son vermeyi ve bu yönde oluşan büyük rahatsızlığa ve çaresizliğe çözüm olmayı amaçlamaktadır.

1 Mayıs 2015 tarihinden itibaren bu Kanun’a göre; reklam içerikli gönderi almaya açıkça onay vermediğiniz hiçbir Hizmet Sağlayıcı sizi telefon, SMS veya e-posta yoluyla taciz edemeyecektir. Bu noktada akıllara bir kere onay verdikten sonra ne olacağı sorusu gelebilir. Kanun kapsamında alıcılar diledikleri zaman, hiçbir gerekçe göstermeden ticari elektronik iletileri reddetme hakkını haizdirler.

Bunun yanı sıra, müşterisi olunduğu için telefon numaralarının ya da e-posta adreslerinin paylaşılmak durumunda kalındığı şirketler de müşterilerine ait bilgileri bu bilgileri bu kişilerin ilgili bilgilerini hiç bir zaman iletmemiş oldukları diğer şirket ve kişilere veremeyeceklerdir. Zira Kanun’un açık hükümlerine göre; Hizmet Sağlayıcılar kişisel verileri ilgili kişinin onayı olmaksızın üçüncü kişilere iletemeyecekler ve başka amaçlarla kullanamayacaklardır. Bu noktada kanun koyucu, aslında yürürlükteki ilgili sair mevzuatla da kısmen korunan kişisel verilerin önemini ticari elektronik iletileri artık ciddi rahatsızlık seviyesinde göndermekten hiç bir şekilde çekinmeyen Hizmet Sağlayıcılar’a da hatırlatmak istemiş gözükmektedir.

Bu açıklamalarında ardından aşağıda özellikle maddeler üzerinden tek tek geçmek suretiyle bilgi verme yükümlülüğü, opt-in sistemi, hizmet sağlayıcıların ve aracı kurumların yükümlülükleri ve veri tabanlarının durumları gibi noktaları daha detaylı olarak inceleyeceğiz (Bu şekildeki Kanun maddelerinin açıklamalarına yer verilen bölümlerin genel çerçevesi çizilirken Kanunum.com tarafından 05.11.2014 tarihinde yayınlanan ve Av. Tuğba Karaer ile Av. Burcu Sarı tarafından hazırlanan “Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun İle İlgili Bilgi Notu”ndan özellikle faydalanılmıştır).

Bilgi Verme Yükümlülüğü
Kanun’un 3. maddesinde yer alan “Bilgi Verme Yükümlülüğü“ hükmü ile Hizmet Sağlayıcı, elektronik iletişim araçlarıyla bir sözleşmenin yapılmasından önce Alıcı’ya; Alıcı’nın kolayca ulaşabileceği şekilde ve güncel olarak tanıtıcı bilgi başta olmak üzere teknik adımlara, veri girişindeki hataların nasıl belirleneceğine ve düzeltileceğine, gizlilik kuralları ve uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına ve de uygulanan gizlilik kuralları ve varsa alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına ilişkin bilgileri sağlamakla yükümlüdürler. Bu durum sözleşmenin kurulabilmesi için gerekli olan adımların veya sözleşmelerin ne şekilde saklanıp hatalı veri girişlerinde ne gibi bir yöntem uygulanacağını, gizlilik ve alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerini belirtmekte önemli bir rol oynamaktadır. Hizmet Sağlayıcı, ayrıca varsa mensubu olduğu meslek odası ile meslekle ilgili davranış kurallarını ve bunlara elektronik olarak ne şekilde ulaşılabileceğini ilişkin bir açıklamayı elektronik olarak bulundurmak zorundadır.

Tarafların tüketici olmadığı durumlarda yan, esnaf ya da tacirler arasında gerçekleşen ve tüketici işlemi sayılmayan ticari ilişkilerde ise taraflar 3. maddenin 1 ve 2 numaralı fıkralarında düzenlenen hükümlerin aksinin kararlaştırılabileceklerdir. Bu durumda taraflar yukarıda bahsedilen yükümlülükleri yerine getirmekten kaçınabileceklerdir.
Hizmet Sağlayıcı’ya Alıcı’nın sözleşme hükümleri ve genel işlem şartlarını daha sonra da düşünebilmesi ve kontrol edebilmesi, sözleşmenin kurulmasından sonra tek taraflı olarak sözleşme hükümlerinde değişikliğe gidilememesi amacıyla sözleşme öncesinde sunulmuş olan sözleşme hükümleri ve genel işlem şartlarının Alıcı tarafından saklanmasına imkân sağlama yükümlülüğü getirilmiştir.

E-posta ve benzeri bireysel iletişim yoluyla gerçekleşen işlemlerde, taraflar doğrudan haberleşme ve müzakere etme imkânına sahip olduğundan bu işlemlerde Borçlar Kanun’undaki hazır bulunanlar arasında sözleşme hükümleri uygulanacaktır. Bu nedenle elektronik posta ve benzeri bireysel iletişim yoluyla gerçekleşen işlemlerde 3. maddenin 1 ve 2 numaralı fıkra hükümleri uygulanmayacaktır. Yine bu durumda da teknik adımlara ilişkin bilgiye, güncel ve Alıcı’nın kolayca ulaşabileceği bilgiye, veri girişinde hataların nasıl belirlenip düzeltileceğine dair bilgiye ya da gizlilik kuralları uyuşmazlık çözüm yöntemleri gibi bilgilere değinilmek durumunda değildir.

Kanun’un 4. maddesinin 1. fıkrasında elektronik iletişim araçlarıyla verilen siparişlerde geçerli olan esaslar yer almaktadır. Buna göre; Hizmet Sağlayıcısına; siparişin onaylanması aşamasında ve ödeme bilgilerinin girilmesinden önce, ödeyeceği tüm vergiler ve varsa ek yükümlülükler dahil toplam bedelin ve açıkça diğer sözleşme şartlarının alıcı tarafından görülmesini sağlama ve de siparişin verilmesinden sonra Alıcı’ya siparişinin alındığının elektronik iletişim aracıyla teyidini verme şeklinde yükümlülükler yüklenmiştir.
Kanun’da siparişin alındığına ilişkin teyidin tarafların söz konusu beyanlara erişiminin mümkün olduğu anda gerçekleşmiş sayılacağı hususu yer almak ile bir yorum kuralı getirilmiştir. Bu yorum kuralı, her olayda tarafların tacir olup olmadığına göre değişecektir.

Opt-in/İzinli İçerik Uygulaması
Kanun’un en can alıcı maddelerinden biri olan 6. maddesiyle “Opt-in” yani “İzinli İçerik” uygulamasının getirilmektedir. Opt-in uygulamasına göre; bir kimseye reklam içerikli mesaj/ticari ileti gönderebilmek için önceden abonesi ve/veya müşterisi olsun olmasın Alıcı’dan onay alınmış olması gerekmektedir. Ticari elektronik ileti kimin adına gönderiliyor ise onayı da bu özel veya tüzel kişilik almak zorundadır. Bir ürünün satılması ya da bir hizmetin sağlanması sırasında edinilen tüketiciye ait iletişim bilgileri, ancak tüketicinin rızasının alınması koşuluyla, doğrudan pazarlama amacıyla kullanılabileceklerdir. Tüketici sayılmayan esnaf ve tacirlere önceden izin alınmaksızın elektronik ileti gönderilebilecektir. Ancak, bu kimseler de istedikleri zaman elektronik posta almayı reddetme imkanına da sahiptirler.

Opt-in uygulamasına göre; adına ticari elektronik ileti gönderimi yapılan (reklam veren) kişi, reklam içerikli mesajı göndermeden önce reklam mesajı göndereceği kişilerden yazılı olarak veya her türlü elektronik iletişim araçları vasıtasıyla onay almalıdır. Elektronik ortam mail veya SMS vasıtasıyla da bu onayın alınması mümkündür. Buna göre; Adına Ticari elektronik ileti gönderimi yapılan gerçek veya tüzel kişiler, ürün veya hizmet tanıtımı yapmadan, söz konusu onayı almak amacıyla, reklam içerikli mesaj gönderimi yapmasının gönderiyi alan kişi için uygun olup olmadığı sorusunu içeren e-postayı veya kısa mesajı gönderebilecektir. Söz konusu onay talebi ile ilgili ayrıntılar yönetmelikte düzenlenecektir. Kanun’da, onayın “ret” veya “kabul” beyanı ile nasıl alınacağı açıklanmamıştır.

Alıcı’nın kendisi ile iletişime geçilmesi için iletişim bilgilerini vermesi halinde; reklam amaçlı olmayan, temin edilen mal ve hizmetlere ilişkin değişiklik, kullanım ve bakıma yönelik ticari elektronik iletiler için onay alınmaksızın bilgi amaçlı elektronik iletilerin gönderilebilecektir. Kişiler onay verdikleri bu sistem içerisinden diledikleri zaman çıkabileceklerdir. Sistemden çıkmaya yönelik bu hak, yalnızca tüketicilere değil aynı zaman da tüketici sayılmayan esnaf ve tacirlere de tanınmıştır. Kanun, tacirlere ticari ileti gönderimini öncül onaya bağlamasa da, tacirlere de bu iletileri diledikleri zaman reddetme hakkı vermektedir.

Kanun’un 7. maddesi ile Ticari Elektronik iletinin içeriği belirlenmiş buna göre; bu içeriğin, Alıcı’dan alınan onaya uygun olması esası getirilmiştir. Buna göre, Gönderici Alıcı’ya ancak onayını aldığı kapsamda kendisiyle ilgili reklam gönderebilir, başka firmaların reklamını gönderebilmesi için bu konuda Alıcı’dan ayrıca onay almak zorundadır.

Gönderilen elektronik iletide, göndericinin kimlik ve erişim bilgilerine, Alıcı’nın henüz iletiyi açıp okumadan önce dahi, içeriği gönderen ya da kim adına gönderildiği hakkında genel bir bilgi sahip olabileceği şekilde iletinin tanınabilmesini sağlayan, haberleşmenin türüne bağlı olarak, iletinin konusu, amacı ve başkası adına yapılması hâlinde kimin adına yapıldığı ile ilgili bilgilere de yer verilmesi zorunludur.

Kanun’un 8. maddesi kapsamında gerçek ve tüzel kişiler diledikleri zaman, hiçbir gerekçe belirtmeksizin kanun kapsamındaki elektronik iletileri almayı reddebilecek veya sonradan vazgeçebilecektir. Bunun için Alıcı’nın göndericiye, çağrı veya iletide yer alan iletişim bilgilerini kullanarak, bu yöndeki talebini iletmesi yeterlidir. Gönderici, vazgeçme talebinin kendisine kolay bir yolla ve ücretsiz olarak iletilmesini sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca, Alıcı’nın ret talebinin göndericiye ulaşmasını müteakip üç iş günü içinde gönderici talebi yerine getirmek zorundadır.

Kanun’un 9. maddesinde telekomünikasyon firmaları ve e-posta pazarlaması (e-mail marketing) yapan firmalar gibi Aracı Hizmet Sağlayıcıların, hizmet sundukları elektronik ortamı kullanan gerçek ve tüzel kişiler tarafından sağlanan içerikleri kontrol etmek, bu içerik ve içeriğe konu mal veya hizmetle ilgili hukuka aykırı bir faaliyetin ya da durumun söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığı hususu açıkça belirtilmiştir, bu Kanun’da yer alan hususların uygulanmasına ilişkin usul ve esasların ayrıca yönetmelikle belirleneceği hüküm altına alınmıştır.

Aracı Kurumlar
Kanun’un 10. maddesinde Hizmet Sağlayıcı ve aracı Hizmet Sağlayıcılar’ın bu kanun kapsamında elde ettiği kişisel verilerin saklanmasından ve güvenliğinden sorumlu olduğu; bu kişisel verileri kişinin rızası olmaksızın üçüncü kişilere veremeyeceği ve başka amaçlarla kullanılamayacağı bir sorumluluk hükmü olarak düzenlenmektedir. Veriye sahip olan sağlayıcılar bu bilgileri üçüncü kişilerle paylaşamayacaktır. Bu durum şu an henüz tasarı olan ve fakat yakın zamanda yasalaşması gündemde olan Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun tarafından güvence altına alınmaya çalışılmaktadır.

Kanun’un 14. maddesi, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’unun 50. maddesinde değişiklik öngörmektedir. Değişikliğe göre; işletmecilerin, aboneleri ve kullanıcıları ile önceden izin almaksızın Sadece aynı veya benzer ürün veya hizmetlerle ilgili pazarlama, tanıtım, değişiklik ve bakım hizmetleri için haberleşme yapılabilmelerine imkan tanınmaktadır. Söz konusu imkan şarta bağlanmıştır. Bu şart, İşletmecilerin, abonelerin ve kullanıcıların iletişim bilgilerini, bir ürünün satılması ya da bir hizmetin sağlanması sırasında, bu tür iletilerin gönderileceğine dair bilgilendirilerek edinmiş olmalarıdır. Bunun dışındaki hizmetler (aynı veya benzer olmayan ürün ve hizmetler) için önceden izin alma zorunluluğu vardır.

Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir husus da; aracı kuruluşların herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı noktasıdır. Başka bir ifade ile sorumluluk kişisel veriyi paylaşan kurum üzerinde değil mesajı gönderen kurum üzerinde doğacaktır. Örneğin 1234 numaralı hattan bir vatandaşa A şirketinin mal ya da hizmetlerine ilişkin bir ticari ileti gelmesi halinde, sorumluluk A şirketi üzerinde doğacağından, 1234 numaralı hattı işleten aracı kuruluşun gönderinin içeriğini veya sizin onayınızın bulunup bulunmadığını kontrol etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Buradaki aracı kuruluşlardan GSM şirketleri, e-posta hizmeti sunan siteler ya da telefon işletmecileri vb. şekildeki mesaj/ileti/çağrı gönderme/yönlendirme hizmeti sunan işletmeler anlaşılabilmektedir.

Veritabanları
Bu noktaya kadar saydığımız tüm noktalar vatandaşların oldukça yararına gözükmesine karşın, Kanun’un neredeyse son maddesinde, bazı şirketlerce toplanmış̧ olan ve kendilerine ticari ileti gönderilmesi için izin alınmış̧ olan kişilerin bilgilerinden oluşan veri tabanları için yeniden izin alınmasına gerek olmadığı belirtilmiş olması bizleri şaşırtmaktadır. Kanun’un oldukça önemli Geçici 1. maddesinde bazı şirketlerce toplanmış olan ve kendilerine ticari ileti gönderilmesi için izin alınmış olan kişilerin bilgilerinden oluşan veri tabanları için yeniden izin alınmasına gerek olmadığını hükme bağlanmıştır. Ancak maddeyle bu tür veri tabanlarına sadece 6. maddenin 1. fıkrasında getirilen izin alma konusunda bir istisna getirilmektedir. Ticari ileti göndermeye ilişkin Kanun’da getirilen diğer hükümler ise söz konusu veri tabanlarına da uygulanacaktır. Veri tabanının geçici 1. madde kapsamında değerlendirilmesi için izin alınarak oluşturulmuş olması gerekmektedir.

Bunun anlamı şudur: Kanun yürürlüğe girene kadar onay vererek; başka bir deyişle gelen mesaja ‘evet’ cevabınızla ya da daha kolayı, bir internet sitesinde ne yazdığını okumadığınız bir kutucuğa tik atarak kabul ederek dahil olduğunuz veri tabanları için tekrardan izin alma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu hüküm şüphesiz, veri tabanı sahipleri için oldukça elverişli sonuçlar doğuracaktır, ama birçok kişi gibi senelerdir aynı telefon numarasını/e-posta adresini kullandığı için çeşitli veri tabanlarına dahil olan/olmak zorunda kalan tüketiciler açısından sıkıntının bir süre daha devam edeceğine işaret etmektedir.

Son noktada belirtmek gerekir ki, Kanun yürürlüğe girene kadar onay vererek dahil olunan veri tabanları için tekrardan izin alma yükümlülüğü yoktur. Bu durum veri tabanı sahipleri için elverişli sonuçlar doğurabilecektir. Ne var ki kişiler bu sistem içerisinden diledikleri zaman çıkabileceklerinden bu gibi bir durumun da olumsuz sonuçlar doğuracağının söylenmesi doğru olmayacaktır.

Sonuç
Sonuç olarak baktığımızda temel olarak bu Kanun sayesinde vatandaşlar artık diledikleri zaman, bilmeden de olsa onay vererek dahil olmuş olabilecekleri telefon/e-posta/sms zincirlerinden kurtulma imkanına sahip olacaklardır. Böylece de herkesin sadece gerçekten ilgilendiği kampanyalar, ürün veya hizmetler konusunda, zorlamayla değil, isteyerek, arzu ederek bilgi sahibi olabileceği öngörülmektedir. Kanun’da öncül onay almadan ticari elektronik ileti gönderenlere ise bin liradan beş bin liraya kadar idari para cezası öngörülmüştür ki bunun caydırıcılığı olup olmadığını ve de işletmecilerin Kanun’a uygun davranıp davranmayacaklarını 1 Mayıs 2015’ten itibaren bizler de hem tüketici hem hukukçu olarak gözlemliyor olacağız.

TÜKETİCİ “KANUNU” İLE YAŞAMAYI ÖĞRENMEK

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

Halen yürürlükte bulunan ve 22221 sayılı Resmi Gazete’de 8.3.1995  tarihinde yayınlanmış bulunan 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (Eski Kanun) yerine olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 89. Maddesindeki hüküm uyarınca TBMM’de kabul edilen 6502 sayılı  Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (Yeni Kanun), Cumhurbaşkanlığına 13 Kasım 2013 tarihinde çıktı ve bu tarihten itibaren 15 (on beş) gün içerisinde Resmi Gazete’de 28.11.2013 tarihinde yayımlanması sayesinde kanunlaştı aksi halde ise TBMM’ye iade olunacaktı. Abdullah Gül  tarafından imzalanan Yeni Kanun’un yürürlüğe girişi ise bu kanunun 87. maddesine göre Resmi Gazete’de yayımından itibaren 6 ay sonra yani  28 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleşecektir.

Kanunun reklamlarla ilgili 61. maddesi daha çok tartışılacağa benzese de şimdiden 4. ve 5. fıkralar yoğun olarak ilgi çekmiş durumdadır.

Kanunun 61. Maddesinin 5. Fıkrası şu şekildedir:

“Aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal veya hizmetlerin karşılaştırmalı reklamı yapılabilir.”

Bu ifade pek çok yazar tarafından olumlu şekilde karşılanmış ve artık karşılaştırmalı reklamlarının önünün açıldığı şeklinde yorumlanmıştır.*

Buna karşın kanunun göreceli olarak eleştiri çeken 61. Maddesinin 4. fıkrası ise şu şekildedir:

“Reklam olduğu açıkça belirtilmeksizin yazı, haber, yayın ve programlarda, mal veya hizmetlere ilişkin isim, marka, logo veya diğer ayırt edici şekil veya ifadelerle ticari unvan veya işletme adlarının reklam yapmak amacıyla yer alması ve tanıtıcı mahiyette sunulması örtülü reklam olarak kabul edilir. Her türlü iletişim aracında sesli, yazılı ve görsel olarak örtülü reklam yapılması yasaktır.”

Bu fıkranın bazı yayıncılarla bazı yayıncılarca eleştirildiği gözlenmiştir. Eleştirilerde özellikle de teknoloji, otomotiv ve reklamcılık konusunda yazılan yazıların içinden marka isimlerini çıkartıldığında bu alanlarda gazetecilik yapılamayacağı ve de bu türden sektörler hakkındaki yayınlarda mutlaka karşılaştırmalı haberlerin yapıldığı ve bunlarda marka isimlerinin kullanılmamasının mümkün olmadığına vurgu yapılmıştır.**

Öncelikle ifade etmek gerekir ki: bahsi geçen ilgili maddede “reklam yapmak amacıyla yer alması” ve “tanıtıcı mahiyette sunulması” şeklinde iki tane temel ön koşul olan mutlak unsurdan bahsedilmiş “yazı, haber, yayın ve programlarda, marka vb. ifadelerle ticari unvan vs.nin kullanılmasının” “örtülü reklam sayılması” için.

Bununla birlikte yine aynı maddede “reklam olduğu açıkça belirtilmeksizin” denilerek reklam olduğu halde reklam olduğu yazmayan yayınlara vurgu yapılmış.

Buna örnek dizilerde göze telefon markası sokulması, gazetelerde bir üniversitenin yarım sayfa logo yarım sayfa rektör fotosu ile yüksek lisans programlarının anlatılması gibi hususlardır. Bunlar reklamdır ama çoğu zaman reklam olduğu yazmaz.

Yani burada amaçlanan husus tüketicileri sanki haber okuyor/seyrediyor zannetirip o güvenilirlikle ve o hisle reklam yapma kurnazlığının önüne geçmektir yoksa bahsettiğiniz şekildeki otomotiv, bilgisayar vb. sektörlerin zaten olmazsa olmaz olan inceleme, karşılaştırma vs. şeklindeki “gerçekten reklam amacı olmayan” yayınları değildir.

Uygulamada da mahkemeler tarafından böyle anlaşılacağından emin olabilirsiniz, zaten doktrinde aynı şekilde düşünmektedir çoğunlukla.

Ayrıca Kanunun ilgili maddesinin resmi açıklanan TBMM gerekçesi ise şu şekildedir:

“… Satışı artırmak ve tüketiciyi bilgilendirmek amacıyla yapılan bu reklamların tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı olmaması gerektiği gibi, örtülü reklam biçiminde de yapılmaması gerekir. Yasal ve etik açıdan uyulması gereken kurallar böyle iken, reklamlar kimi zaman aldatıcı ve yanıltıcı olabilmekte, kimi zaman da izleyici veya okuyucu durumundaki kişilere çeşitli programlar sırasında veya haberlerde örtülü şekilde ticari mesajlar aktarılarak izleyici veya okuyucular tüketici konumuna sokulmaya çalışılmaktadır. Haber ya da program seyrettiğini zanneden izleyiciler, ya da gazetelerde haber okuduğunu zanneden okuyucular örtülü şekilde bir reklama maruz bırakılarak satın alma tercihlerine etik olmayan bir şekilde müdahale edilmektedir. Görsel veya yazılı medyada bu şekilde örtülü reklamlar yapılarak okuyucuların veya izleyicilerin satın alma tercihlerine müdahale edilmekte, dolayısıyla reklamlar, tüketicilere yasal düzenlemelere aykırı bir şekilde aktarılmaktadır. Beşinci fıkrada öncelikle bu tür haksız şekilde yapılan örtülü reklamın bir tanımı yapılmış, daha sonra ise her türlü mecrada örtülü reklamın yasak olduğu vurgulanmıştır. 10/9/1984 tarihli Aldatıcı ve Karşılaştırmalı Reklamlara ilişkin Konsey Yönergesinin 3/a maddesi uyarınca aynı nitelikte veya aynı ihtiyaçları karşılayan mal ve hizmetleri objektif olarak karşılaştıran reklamlar yapılabilir. Ancak bunların dürüst rekabet ilkelerine uygun olmaları ve izleyicileri yanıltmamaları gerekir. Karşılaştırmalı reklamlara ilişkin diğer ayrıntılar ise Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikte saptanacaktır. Altıncı fıkraya göre, bir ihtilaf çıkması halinde ticari reklamlarda yer alan somut iddiaları ispat yükü reklam verendedir.”

Bu resmi gerekçede aslında yukarıda yazdıklarımızı doğrular niteliktedir.

Bu arada olur da bu maddeye aykırılık söz konusu olursa ne olacak derseniz, 6502 sayılı Yeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un cezai müeyyideleri düzenleyen 77. maddesinin 12. fıkrası şöyle düzenlenmiştir:

“Bu Kanunun 61 inci maddesinde belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket eden reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları hakkında durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari para cezası ve gerekli görülen hallerde de üç aya kadar tedbiren durdurma cezası uygulanır. Reklam Kurulu, ihlâlin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebilir.

Aykırılık;
a) Yerel düzeyde yayın yapan televizyon kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise on bin Türk Lirası,
b) Ülke genelinde yayın yapan televizyon kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise iki yüz bin Türk Lirası,
c) Süreli yayınlar aracılığıyla gerçekleşmiş ise (a) ve (b) bentlerinde belirtilen cezaların yarısı,
ç) Yerel düzeyde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise beş bin Türk Lirası, d) Ülke genelinde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise elli bin Türk Lirası, e) İnternet aracılığı ile gerçekleşmiş ise elli bin Türk Lirası,
f) Kısa mesaj aracılığı ile gerçekleşmiş ise yirmi beş bin Türk Lirası,
g) Diğer mecralar aracılığı ile gerçekleşmiş ise beş bin Türk Lirası, idari para cezası verilir. Reklam Kurulu, idari işleme konu ihlâlin bir yıl içerisinde tekrar edilmesi halinde yukarıda belirtilen idari para cezalarını on katına kadar uygulayabilir.”

Reklam Kurulu’nun bu cezalarını ilk kimlere keseceğini biz de merak ediyoruz.

* Salih Kural, 28/11/2013, “Tüketici Yasası Onaylandı: Karşılaştırmalı Reklamların Önü Açıldı”, http://sosyalmedya.co/karsilastirmali-reklamin-onu-acildi/

** Serhat Ayan, 23/11/2013, “Tüketicileri korumak için basını bitirme stratejisi”, http://www.tknlj.com/tuketicileri-korumak-icin-basini-bitirme-stratejisi/

E-TEBLİGAT, TEBLİGATIN YERİNİ TUTAR MI?

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

Tebligat ve E-Tebligat Kavramlarının Hukuki Karşılıkları Nedir?

Tebliğ kelimesi sözlük anlamı olarak “duyurma, bildirme, haber verme” anlamına gelmektedir Tebligat Kanunu’nun gösterdiği resmi bildirme işlemine de ‘tebliğ’ adı verilir. Tebliğ yasal sonuç doğuran bir işlemdir. Tebliğden sonra ilgili kişi, kendisine bildirilen şeyi yasal olarak öğrenmiş sayılır. 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca, istenilen bir sonucun, hukuk önünde ileri sürülebilmesini temin amacıyla yetkili mercii ya da kurumlar tarafından düzenlenen ve PTT kurumu kanalıyla muhatabına ulaştırılan gönderi türüne “tebliğ” adı verilir.

Tebliğ evrakı çıkartmaya yetkili merciler: Kazai merciler (Mahkemeler ve İcra Daireleri), 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda belirtilen merciler ile Barolar ve Noterlerdir. Buna göre tebliğ evrakları: adli, idari ve vergi tebliğ evrakı olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

Hukuki ya da resmi bir işlemin başladığını, sonuçlandığını ya da belli bir aşamasına gelindiğini muhatabına resmi olarak aktarma amacı taşıyan resmi bilgilendirme ve duyurulara yazılı olmaları halinde genel olarak ‘Tebligat’ denilse de bu gibi tebligatların sözlü olarak yapılabilecekleri hallerde sözlü olarak iletilmeleri halinde mevzuatta “tefhim” adı altında düzenlendikleri yazılı olarak yapılıyorlar ise de ‘tebliğ’ olarak nitelendirildikleri görülmektedir.

Tebligat, tebliğ yapılacak kimseye bilinen son adresinde yapılır; buna göre kanun adreste tebligat esasını kabul etmiştir. Kendisine tebligat yapılacak kimse adresinde bulunamazsa tebligat kendisi ile birlikte oturan aile fertlerinden veya hizmetçilerinden birine yapılır. Vekil (avukat) vasıtasıyla takip edilen işlerde, tebligat mutlaka vekile yapılır, asile (müvekkile) yapılamaz. Tebliğ usulleri posta ile tebliğ, ilan yoluyla tebliğ ve memur aracılığıyla tebliğ biçiminde üçe ayrılır. Posta ile tebliğ adresin bilinmesi durumunda uygulanabilmektedir. Bununla birlikte şu anki mevzuatımıza göre ilgili kişinin adresinin bilinmemesi durumlarında tebligat gazete yolu kullanılarak yani ilanen tebliğ şeklinde yapılmaktadır. Usulüne aykırı yapılmış tebligat mutlaka geçersiz değildir. Usulsüz tebliğe rağmen muhatap kendisine yapılan tebliği öğrenmişse tebligat geçerli sayılır. Muhatabın usulsüz tebliği öğrendiğini bildirdiği tarih tebliğ tarihi sayılır. Bildirilen bu tarihin aksi iddia ve ispat olunamaz. Muhatap usulsüz tebliği öğrenememişse tebligat geçersiz sayılır.

E-Tebligat ise Tebligat Kanunu’nda tebliğ çıkarmaya yetkili kılınan merciler tarafından elektronik ortamda hazırlanmış olan tebligatların değiştirilemez ve inkar edilemez bir şekilde kayıtlı elektronik posta yoluyla alıcılarına iletilmesidir. Bu sistemde Tebligat Kanunu’nda tebliğ çıkarmaya yetkili kılınan merciler elektronik tebligat  gönderebilecek olup, muhataplar ise elektronik tebligat alabileceklerdir. e-Tebligat sistemine, Kamu Kurum ve Kuruluşları ile tüzel ve özel tüm kişiler üye olabilecektir. Elektronik tebligat adresi almak isteyen muhatapların elektronik tebligata elverişli kayıtlı elektronik posta hesabı edinmeleri gerekmektedir.

Sonuç olarak: Mahkemeler, Cumhuriyet Savcılıkları, Vergi Daireleri veya İcra Dairelerinden gönderilen ve resmi bir işlem hakkında alıcısına bilgi verme amacı taşıyan belgeler tebligat hükmündedir. Öyle ki tebligat, duruşma günü bildiren, tanık olarak çağrılmayı bildiren, icra dairesine yatırılacak bir borcun olduğunu bildiren vb. değişik hukuki/resmi konulardaki bilgilendirmeler olabilmektedir.

Bu açıklamalar çerçevesinde ifade edilebilir ki: tebligatın muhatabı olan kişi tebligatı tebliğ alınca yani tebellüğ edince artık tebligatın içeriğinden resmi olarak haberdar olmuş olur. Tebligatın doğuracağı hukuki sonuç budur. Muhatabın tebligata cevap vermesi gibi bir husus söz konusu değildir. Örneğin tebligatın içeriği gereği tanıklık yapması gerekiyorsa ya bu görevini yerine getirir ya da ilgili mercii önünde itirazını gerçekleştirir. Diğer konularda gelen tebligatların tamamı için de aynı husus geçerlidir. Özel ya da tüzel kişiler yani tebligat muhatapları kendilerine gelen tebligatlara cevap verirken tebligat yapıyor olmazlar. Bunların cevap ya da itiraz hükmünde olabilecek gönderileri adi yazışma hükmündedir. Dolayısıyla e-tebligat çıkarma/gönderme yetkisi olan kurumların bu yetkilerini kullanarak gönderecekleri tebligatlar dışında kalan her türden yazışmalarını ve zaten tebligat çıkarma yetkisi olmayan tüm diğer özel ve tüzel kişilerin resmi ya da özel kurum ve kişilerle her türlü yazışmalarını KEP sistemindeki tüm hizmet sağlayıcıların sağladığı hizmetlerden birini seçerek gerçekleştirme özgürlükleri bulunmaktadır.

Av. Serhat KOÇ

İfade Özgürlüğü?

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

30 Mart 2013 Cumartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nce gerçekleştirilen Sosyal Medya ve İfade Özgürlüğü konulu panellere Korsan Parti Türkiye Hareketi’nden Şevket Uyanık, Barış Büyükakyol, Ezgi Ece Aşkıngil, Kenan Dursun ve Yasin Aydın’la birlikte katıldım. Günün akşamında ise hemen bu yazıyı kaleme alma isteği duydum. Yazıyı yazmaya beni iten nedenleri ve zaten yazının içeriğinin aslen gün içinde neden hazır olduğunu aşağıda iletmeye gayret edeceğim. Asla tek bir insan hakkında konuşmam ya da yazmam ama bu yazının da tek bir insan hakkında değil de esasen ilgili kişinin temsil ettiği ve gururla övündüğü sistemin ve anlayışın bir eleştirisi olarak kabul edilmesini rica ediyorum okuyuculardan. Kısa bir yazı olmasını diliyorum.  

Sosyal medyanın 4 farklı panelde ele alındığı oturumlardan özellikle ikincisinin soru-cevap bölümünde yaşananları aktarmak için bu yazıyı yazmaya karar verdim. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nün bölüm başkanı Prof. Dr. Aslı Tunç’un moderatörlüğünde gerçekleştirilen Siyasal İletişim Süreçleri Ve Sosyal Medya başlığını taşıyan bu oturumda Adalet ve Kalkınma Partisi Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın konuşması esnasında sarf ettiği bazı sözler benim ve bazı diğer dinleyiciler tarafından gülüşmelerle, sözlü müdahalelerle ve de “bu kadar” da olmaz minvalindeki baş sallamalarla karşılanmıştı. Ben de konuşma boyunca aldığım notlar çerçevesinde nasıl bir soru sorabileceğimi düşünüyordum. Öyle ki konuşmacı konuşmasının başından itibaren içinde bulunulan salonun adının Mahkeme Salonu olmasına referans vererek kendisini sanık gibi hissettiğini söylemiş ve ben de kendisinin konuşmasını bölerek “sizin oturduğunuz yer fiziki açıdan hakimin oturduğu yerdir ve biz izleyiciler sanık sıralarında oturuyoruz esasen” demiştim. Çalık’ın konuşmasındaki bir diğer ilginç an da kendisinin yine ve yeniden şiir okuduğu için hapse giren “mazlum” başbakan edebiyatını ısıtıp önümüze koymaya çalışması ve benim yüksek sesle “yeter artık, bırakın bu edebiyatı lütfen” diye kendisine oturduğum sıradan seslenmem olmuştu. Bunun gibi bir kaç ufak tefek husustan sonra sıra soru cevap bölümüne gelindiğinde maalesef yaklaşık 7-8 kişi soru sormasına rağmen en başından beri kaldırdığım elim hep havada kaldı ve bana söz verilmedi. Keza önce mikrofon moderatörün yönlendirmesi ile önümde oturan ve soru soran kişiden sonra arkamda oturan bir kişiye geçirildi ve bu kişi sorusunu yöneltti. Ben bunun üzerine söz isteyince de şimdi de ikinci kolonda oturanlardan soru alalım denerek mikrofon diğer blokta oturanlara geçirildi ve buradaki kişilerce de sorular sorulup yorumlar yapıldıktan sonra yine ısrarıma rağmen bu sefer de ilk parti sorulara cevap verilsin sonra ikinci parti soru alırız denildi ve fakat ikinci parti sorularda da maalesef söz sırası yine bana gelmedi ve sonra da Çalık’ın da bir sonraki toplantısının zamanı geldiğinden ve oturumun da sonlandırması gerektiğinden benim elim yine havada kaldı. Bu sırada içimde ayağa kalkıp aklımdaki soruyu haykırmak ve kullandırılmadığını düşündüğüm soru sorma/ifade özgürlüğümü kullanmak adına konuşmak varken aynı gün bir sonraki panelde konuşmacı olan arkadaşım Ötekilerin Postası’ndan Emrah Uçar’ın sorduğu sorunun nispeten benim sorumu karşılıyor olması ve moderatör Tunç’a olan saygım ve sevgimin “bir bildiği vardır” düşüncesini beynimde yankılanması beni ayağa kalkıp bunu yapmaktan alıkoydu.

Oysa ki söz verilseydi öncelikle Çalık’ın konuşması esnasında kendisi konuşurken aralara girmemden ötürü kendisi rahatsız olduysa öncelikle kendisinden bunun için özür dilemeyi düşünmüştüm. Keza tüm hareketlerimin içerik olarak doğru ve aslen üslup olarak da çok yerinde olduğunu düşünmeme rağmen bir insanı kişisel olarak kırmış olmayı asla istemediğimden kendisinden benden bir rahatsızlık duyduysa bu anlamda af dileyecektim.

Sonrasında da tüm konuşma boyunca aldığım onca satır nottan bazılarını iletip bir de küçük soru soracaktım: “Sürekli olarak hem konuşmanızda hem cevaplarınızda kendinizi ve kurumunuzu övdünüz ve fakat maalesef hiç bir eleştirinizi duymadık. Acaba kendiniz ve içinde bulunduğunuz kurum hakkında birer eleştiri getirebilir misiniz rica etsem?  Herkesin bir hatası, günahı, yanlışı vardır diye düşünüyoruz. Sizlerdeki en büyük eksikliğin aslen kendinizi eleştirmek olduğunu fark ettik.”

İleteceğim yorumları ise notlarımdan düzenleyip kısaltarak aşağıda aktarıyorum ifade özgürlüğümü en azından İnternet’te kullanabilmek adına. Bu yazının da bu şekilde kısa olmasını ve kalmasını diliyorum.

Her şeyden önce ifade etmek isterim ki: partinizin tanıtımı için değil partinizin iletişim merkezi yapısının sosyal medya uygulamalarını kullanımını anlatmak için geldiniz ve fakat maalesef hem parti hem hükümet propagandası yaptınız ve dinleyiciler dışında kimse de sizi uyarmadı.

Çalık, “biz bu ülkede her mahallede her sokakta hatta her apartmanda varız, örgütlüyüz” dedi çok merak ediyorum bizim apartmanda da varlar mı ve varlarsa kim olarak ne olarak varlar bunu cevaplayabilirler mi?

Demokrasinin iktidarları tarafından geliştirildiğini ve bu yönde çok çalışmalar yaptıklarını, bugün Türkiye’de demokrasinin yüzde elli (%50) oranında sağlandığını söyleyen Çalık’a sormak istiyorum: “10 yılda yüzde ellinin üzerine mi çıkarabildiniz demokrasiyi?”

Partinizin Twitter takipçilerinizin sayıca çok olduğunu ve hatta bunların bir kısmının da aleyhinizde kişiler olduğunu söylediniz. Şunu bilmelisiniz ki internetteki insanları sadece lehte ve aleyhte olanlar diye ayıramazsınız. Böyle yaparsanız bu sizin ne kadar sığ görüşlü olduğunuzu gösterir ki zaten öylesiniz bu çok çok açık maalesef. Takipçileriniz sadece lehte ya da aleyhte değillerdir; aralarında gözlemciler de vardır unutmayın, gözümüz üzerinizde ve fakat sizin ifadenizle “köstekçi” de değiliz, lehte de değiliz aleyhte de değiliz biz sizinle aynı platformda değiliz, şimdilik sadece izliyoruz; zamanı gelip değişinceye kadar.

Siyaseti insana dokunarak yapıyoruz dediniz; biz İnternet kullanıcılarına yıllar içerisinde o kadar ciddi dokundunuz ve hala da dokunuyorsunuz ki İNTERNET SANSÜRÜ’yle savaş yaşam şekline dönüştü artık bizim için; ama biz de tam da sizin ifadelerinizde geçtiği şekilde size dokunacağız yakında merak etmeyin lütfen!

Birinci oturumda konuşan ve Türkiye’nin İNTERNET SANSÜRÜ konusunda en değerli çalışmalarını yapan dünyaya örnek olmuşhocalarımız olan Yaman Akdeniz, Kerem Altıparmak, Turgut Tarhanlı ve Fikret İlkiz’in arkasından konuşmanız hiç yakışık almadı bunu bilmelisiniz. Kendileri benim ve benim gibi pek çok kişinin hukuk biliminin eğitimini almasına dahası internet hukukuyla uğraşmasına öncülük eden ve bizler için iftihar kaynağı olan kişiler hakkında sizin: “Bir önceki oturumdaki konuşmacılar hep son 10 yıldan bahsettiler ve korku imparatorluğu havası estirdiler” demeniz gerçekten oldukça abes oldu. Öyle ki konuşmacılar sosyal medya ve internet üzerindeki sansürden bahsettiler ve bu mecralar takdir edersiniz ki son 10 yılın ve özellikle bugünün konularıdır. Sosyal medya ve İnternet üzerinde bugünün iktidarının organize tahakküm durumu olduğunun AİHM tarafından dahi ayan beyan ortaya konulduğu bir dünyada sizin hala böyle cahilce söylemler geliştirmenizin altında tabi ki başka şeyler arıyoruz. Ayrıca Fikret İlkiz gibi İnternet yokken de ifade özgürlüğünün savunucusu olan ve her şeyi hepimizden iyi bilen bir üstadın arkasından kendisi salonda bulunmazken bu şekilde konuşmanızı kınadığımı belirtmek istiyorum.

Konuşmanızda sosyal medya aracılığı ile size ulaşan davulcuyu öfkeli kalabalıktan nasıl da kurtardığınızı ballandırarak anlattınız; umarım bunun gibi beni de kurtarırsınız ben de size İnternet üzerinden bu şekilde ulaşıp yardım istediğimde. Bunu deneyeceğim gerçekten de!

Şunu ifade etmek isterim ki: sosyal medya web 2.0 demektir: yani interaktivite/karşılıklı etkileşim anlamına gelir. Sizin sürekli övündüğünüz rakamlar olan kaç kişinin sizi takip ettiği ya da sizin sayı olarak kaç kişiyi takip ettiğinize ilişkin rakamlar değildir önemli olan. Bunların niteliğidir bakılması gereken ve de yarattığınız karşılıklı etkileşimdir önemlisi. Sizin etkileşim kurmadığınız hesaplarınızın ne kadar az ya da bazen sıfır kişiyi takip etmesinden ve sadece yandaşlarınıza cevap vermenizden ya da kimseye cevap vermemenizden anlaşılabilmektedir. Ne olduğunu bilmediğinizi düşündüğüm ve fakat sizin sürekli adından bahsettiğiniz e-demokrasi kavramı ancak ve ancak karşılıklı iletişimle olur; asla monologla olmaz.

Yerel yönetimlerinizin ve sizin iletişim merkezinizin çok üstün işler çıkarıp çok başarılı şekilde vatandaşın sorununu çözdüğünü söylediniz. Size bir örnek vermek istiyorum: Üsküdar Belediyesi al-gülüm ver gülüm şeklindeki adı duyulmamış sözde uluslararası bir organizasyonca verilen üstün e-devlet ödülü almış olan ve Twitter’da çok etkin olduğunu iddia eden bir AKP belediyesidir. Buna rağmen bizler her gün yaşadığımız bizzat belediyenin sorumluluk alanına giren hususlardaki sıkıntı ve problemleri Twitter ve kendi çevrimiçi sistemleri üzerinden ne kadar iletirsek iletelim ya cevap vermemeyi ya geçiştirici cevaplar vermeyi ya da talebinizi kaydettik şu numarayla şeklinde bir cevap vermeyi tercih ediyorlar. Buna rağmenİmam hatipli bir öğrencinin sokakta saldırıya uğradığına ilişkin olarak babası tarafından Twitter üzerinden belediyenin ve başkanının mention’lanarak yazılması üzerine başkan hemen kişiye cevap atıp: “Emniyet müdürünü aradım konuştum; okuluna gittim müdürüyle konuştum önlemler aldık vs.” gibi aslen kendi yetkisi ve görevine girmemesine rağmen olayı hemen nasıl da sadece İnternet üzerinden bile değil bizzat fiziki olarak sahiplenmesine şahit olduk.İlgili gönderiyi yapan kişi imam hatip referansını özellikle kullandığı için başkan da oy gelecek yerden ilgisini alakasını esirgemiyor ve fakat bizleri tabii ki de oy potansiyeli olarak dahi göremeyeceği için hiçbir zaman bizim başkanımız olup da bizim sorunlarımıza ilişkin bir cevap göndermiyor ya da ilgili birimler vasıtasıyla göndertmiyor. Bunun benzeri pek çok olayı Twitter’da yakaladım; klasik oy kapısı kabul edilen tarafların yandaş ya da çanak mesajlarının derhal yanıtlandığını ve en alakasız isteklerine hemen çözüm bulunduğuna tanık olduk. Bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum sadece çok övdüğünüz çalışma şeklinizin ve çözüm mekanizmanızın asla söylediğiniz şekilde işlemediğinin minik bir örneğini vermek istedim.

Şimdilik son söz: sizin söylediğiniz gibi ak parti değil yazılışından aynı okunuşuyla akepe diyoruz, demeliyiz doğrusuyla.

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN 2010 TÜRKİYE RAPORU HAKKINDA

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

AB, Türkiye 2010 İlerleme Raporu ile bizlerin 5651 S.K.’un uygulamalarını gördüğümüzden beri söyleyegeldiğimiz hususları tekrardan kesin bir dille belirtmiş. AB’ye göre: 5651 S.K. vatandaşların bilgiye erişim hakkını ve ifade özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Zaten aksini söyleyebilecek kimse de olduğunu zannetmiyoruz. Ancak tüm bu Anayasal özgürlüklerimizi sınırlayan hükümlerine rağmen 5651 S.K. halen yürürlüktedir.

Raporda bahsi geçen, internette ifade özgürlüğü ve genel olarak her yerdeki ve her türlü bilgiye erişme ve her türlü bilgiyi her şekilde yayma haklarımızı ve iletişim özgürlüğü kavramlarını Anayasamızın 26. Maddesinde yerini bulan  “Düşünceyi Açıklama Ve Yayma Hürriyeti”, 22. Maddesindeki “Haberleşme Hürriyeti”, 27. Maddesindeki “Bilim ve Sanat Hürriyeti”, 28. Maddesindeki “Basın Hürriyeti” ve özellikle de 42. Maddedeki “Eğitim Ve Öğrenim Hakkı” kapsamında olmak üzere düşünmeliyiz.

5651 S.K.’un hak ihlaline yol açan sayısız uygulamasından birkaçına örnek olarak değinmek konuyu daha anlaşılır kılabilir. Kanunun 8. Maddesiyle belirli çerçevede olsa internet siteleri hakkında erişim engelleme kararı verebilme yetkisi idari bir organ olan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na Anayasa’ya aykırı olarak verilmiştir. Temel hak ve hürriyetlerden olan yukarıda bahsettiğimiz hürriyetlerimizi kısıtlayan (burada internet sitelerine erişmemizi engelleme olarak gözükmektedir bu sınırlama) kararlar sadece hâkim kararıyla verilebilmektedir. Ancak TİB’e 5651 S.K. ile verilen bu yetki bu Anayasal ilkeye açıkça aykırıdır.

5651 S.K. ile gelen bir diğer önemli hak ihlali de: verilen erişim engelleme kararlarının tedbir niteliğinde olmasına rağmen raporda da bahsedildiği gibi örneğin Youtube sitesinin erişim engelleme kararı Mayıs 2008’den Kasım 2010’a kadar sürmüştür. Tedbirler neticesinde soruşturmadan kovuşturmaya geçilmediği için tedbirler süre sınırsız olarak uygulamada kalmaktadır.

Yine burada değinmek gerekir ki: internet sitesi erişim engellemelerinin en ünlüsü olan Youtube sitesinin engellenmesine yol açan videolar esrarengiz ve hukukçuların çözemediği bir yöntemle sistemden kaldırılmış, yine kimsenin kavrayamadığı bir uygulamayla site tekrardan erişime açılmıştır. Herkesin bildiği gibi site erişime açıldıktan 2 gün sonra ilgili videolar sisteme tekrar yüklenmiş ve buna rağmen site hakkında halen erişim engelleme kararı verilmemiştir. Bu uygulamada bize Türkiye’deki erişim engelleme kararlarının altında hukukilik unsurunun dışında bazı unsurların varlığını hatırlatmaktadır.

Zaten bu konunun devamı olarak da raporda kesin ifadesini bulan bir diğer husus da basın özgürlüğünün Türkiye’de yeterli olmadığı hususudur. Basın mensuplarının haklarında açılan davalar  ve mesleklerini icrasında yaşadıkları kanunsuz baskıların yarattığı zorlukla ve yine basın kurumlarının internet siteleri hakkında erişim engelleme kararları verilmesi hususlarının Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının ülkede basın hürriyeti açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının gereği olan düşünceyi açıklama hürriyeti bağlamında yeterli garantiyi sağlamadığını açıkça ortaya koymaktadır. Tam da beklediğimiz gibi rapor da haklı olarak özgür düşünce ortamı ve çoğulcu medya gibi temel gereksinimlere son derece zarar veren basın mensupları üzerindeki politik baskı ve yargılananların sayısının çokluğu ile çok sık yaşanan site “kapatmalar” üzerinde vurgulu bir şekilde durulmuştur. Yaşanan olumlu gelişmelerin çok az olması ve kesinlikle yeterli olmaması da raporu kaleme alanlarla paylaştığımız bir düşüncedir.

Son tahlilde bakıldığında 2010 raporunda 2009 ve 2008 raporlarına göre çok fazla olumlu gelişme sağlanamamıştır: Türk hukukunda ifade hürriyetinin uygulanmasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çerçevesinde yeterli güvence bulunmadığı hususu en temel husustur. Yine ifade özgürlüğü kapsamında, İnternet sitelerinin sık sık ve keyfi olarak zaman ve süre açısından da orantısız olacak şekilde erişime engellenmeye devam ettiği konusuna da bir çözüm getirilemediği 3 yıldır yinelenmektedir. Bizce de bu hususlar artık Türkiye’de internet sansürü olgusunun hayatlarımızda olduğunu bizlere düşündürmektedir. Yargısal ve idari kararlarda hukuka aykırı içeriği siteden çıkarmak yerine internet sitesinin tamamına yönelik engelleme kararlarının verilmesi de bunun bir göstergesidir. İnternet demokrasinin beklenen düzeye çıkabilmesi için 5651 S.K.’un 8. Maddesi yerine 9. Maddesinin işletilmesinin yeğlenmesi ve esas yöntemin de engelleme değil içerik çıkarma olması gerektiğini düşünmekteyiz.

Son söz olarak ifade etmek gerekir ki: internetteki faaliyetlerimiz ve basının özgür çalışması anlamında ifade özgürlüğüne saygının hukuken ve uygulama olarak daha güçlü bir şekilde garanti altına alınma ihtiyacının bulunduğu açıktır. Devletin hukuka aykırı sınırlama ve kısıtlamalara son vermesi ve gerçek iletişim ve basın özgürlüğünü tam demokratik yaşam için sağlaması zorunludur.

Sorun Youtube ya da bir diğer internet sitesinin erişime kapalı ya da açık olması değildir. Sorun, ifade hürriyetinin ne kadar koruma altına alındığı, keyfi kısıtlamaların yapılıp yapılmadığı, sansürün var olup olmadığı ve gerçekten Anayasal özgürlüklerimiz tam olarak yaşama hakkımızın tanınıp tanınmadığı noktasındadır.

AİHM’e Dayanan Savcı Ekşi Sözlük’e Karşı

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

“Ekşisözlük yazarı” iddianamesi kabul edildi.Peki ama İstanbul savcısı gibi bir hukukçunun O. Preminger gibi

https://www.facebook.com/note.php?note_id=292413673174

Şaibeli bir karara referans vermesine ne demeli?

 

Dün O. Preminger kararına kan kusanlar:

 

http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/kasim/14/g03.html

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=235436

 

bugün şöyle diyor:

 

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1220206&title=aihm-karari-ornek-oldu-internette-din%EE-degerleri-asagilamaya-dava-acildi

 

bu ne olacak peki?

 

Ayrıca da TCK 216/3:

 

“Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 

 

diyor.

 

“kamu barışını bozmaya elverişlilik” nerede somut olayda peki?

 

Zaten Yargıtay’ın isabetli şekilde kararlarında değindiği üzere 216/3’teki ifadelerdeki “kamu barışı” ve “elverişlilik” yoruma çok açık kavramlardır.

 

Hakeza Yargıta Ceza Genel Kurulu, E. 2007/8-244, K. 2008/92 numaralı  29.4.2008 tarihli kararında bence bu konuyu cok detaylı ve mantıklı bir biçimde inceleyip yorumlamıştır.

 

Ceza genel kurulunun  kaleme aldığı kararda çok açıklayıcı ve hukuken doyurucu, ders verici bir metin var.

 

Bu ekşisözlük yazarı iddianamesi olayına da ozellikle son paragraflarıyla ışık tutuyor karar.

 

Kanaatimce sözlük yazarinın ifadeleri de kamu güvenliğini bozacak somut bir tehlike yaratmayan kendi halinde ifadelerdir ve dolayısıla da olaya TCK 216/3 maddesi uygulanamaz şahsi kanaatimce.

 

kararı şu adrese yükledim tamamını tek dosya olarak indirebilirsiniz.

 

şunlar ise can alıcı noktaları kararın:

 

Söz konusu suçun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesinin gerçekleşmesi gerekir. Hâkim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. Bu kapsamda, kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliğini bozma açısından yakın bir tehlike oluşturduğunun tespit edilmesi gerekir. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kesimi üzerinde tahrik konusu fiillerin işleneceği hususunda duyulan endişeyi haklı kılacak bir etki oluşturması gerekir. Ifade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında “açık ve mevcut tehlike” kriterinin var olması gerekir. Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler toplum açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilmekte, keza böyle bir tehlikenin varlığı somut olarak, açıkça tespit edilmedikçe söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez.” açıklamasına yer verilmiştir.

kamu düzeni kavramı madde metnine konulmakla norm, içtihatlar ışığında soyut tehlikeyi değil somut tehlikeyi cezalandırır hale dönüşmüştür. Bir başka ifadeyle korunan hukuksal değer, somut tehlike ile karşı karşıya kalmalıdır. Gerekçede de ifade edildiği üzere, “tehlike suçları, ifade özgürlüğünün kullanılması bakımından etrafında duraksamalara, yanlış anlaşılmalara elverişli bir alan yaratırlar. Bu bakımdan demokratik hukuk düzenlerinde, tehlike suçu yaratmaktan olabildiğince sakınılır, ancak, teknolojinin insan yaşamına bu derecede egemen olduğu bir dönemde bireyler, tehlikelerle çevrilmiş olarak yaşadıkları için tehlike suçlarına yer vermek zorunlu olmaktadır.”

İnternet Alan Adı Uyuşmazlıkları ve Çözüm Yolları

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu (ICANN, İngilizce Internet Corporation or Assigned Names and Numbers), internetin iş dünyası, teknik, akademik ve kullanıcı gruplarının geniş katılımıyla uluslararası düzeyde organize olmuş, kâr amacı gütmeyen bir özel sektör kuruluşudur. ICANN’ın görevi, interneti çalıştırmak değil, aksine, merkezi bir koordinasyon gerektiren teknik, idari ve politika geliştirme görevlerini koordine etmektir.

ICANN, politika geliştirme sürecinin yöneten, uluslararası unsurlardan oluşan bir Yönetim Kurulu tarafından yönetilmektedir. ICANN’in Başkanı ICANN’in İnternet topluluğuna karşı çalışma sorumluluğunu yerine getirmesi için üç farklı kıtada çalışan uluslararası bir çalışanlar topluluğunu yönetmektedir.

ICANN’in yapısı içinde hükümetler ve uluslararası anlaşmalarla kurulan organizasyonlar, şirketler, organizasyonlar ve küresel İnternet’in inşa edilmesine ve korumasına katkıda bulunma becerisine sahip bireylerle birlikte ortaklık içinde çalışır. İnternetin yenilikçiliği ve sürekli olarak büyümesi kararlılığının korunmasında yeni zorluklar ortaya çıkarmaktadır. ICANN’in katılımcıları birlikte çalışarak, doğrudan ICANN’in teknik koordinasyon görevi ile ilgili olan sorunlara yönelmektedirler. İleri teknoloji ekonomisinde kendi kendine düzenlemelerin en yüksek düzeye çıkarılması ilkesine uygun olarak, ICANN belki de İnternet topluluğunun çeşitli unsurlarının bir arada çalışmasının en önde gelen örneğidir.

İnternet alan adları sisteminin teknik yönetimini, IP adres (Alan adı ‘domain name’, bir web sitesinin İnternet’teki adı ve adresidir. Bu adres olmadan kullanıcı, bir internet sitesine sadece IP adresini biliyorsa ulaşabilir.) alanlarının tahsisini, protokol parametrelerinin belirlenmesini, genel (gTLD) ve ülke kodu (ccTLD) Üst Düzey Alan ismi sistemi yönetimi ve internet ana (kök) servis sağlayıcı (root server) sisteminin idaresini koordine etmekle görevlendirilmiş olan ICANN resmi olarak 30 Eylül 1998 tarihinde göreve başlamıştır. 25 Kasım 1998 tarihinde ABD Ticaret Bakanlığı ve ICANN arasında bir “Mutabakat Metni” imzalanmış ve böylece ICANN, ABD Hükümeti tarafından resmi olarak tanınmıştır. ICANN yönetiminin hukuki dayanağı 6 Kasım 1998 tarihinde yayımlanan Yönetmelik’tir .

İnternetin kararlılığını ve bütünlüğünü desteklemek için birlikte çalışan küresel İnternet topluluğu olan kurum, bütün dünyadaki internet kullanıcılarının, internet alan adları ve sayıları sistemi için ICANN’ın teknik politikalarının oluşturulması sürecinde seslerini duyurmalarını sağlayacak pek çok aracı bünyesinde tasarlamış ve işletmekte olan bir organizasyondur. Özel-kamuya açık bir ortaklık olarak ICANN İnternetin çalışma kararlılığının korunması, rekabetin desteklenmesi, küresel İnternet topluluklarının daha geniş bir katılımla temsilinin sağlanması ve tabandan gelen, uzlaşma temelli süreçlerle görevine uygun politikaların geliştirilmesi için çalışmaktadır.

ICANN Destek Kuruluşları, uzmanlık konuları bulunan ve üyelik temeline sahip birimlerdir. Uzmanlık alanlarına göre üç gruba ayrılmışlardır: IP Adresleri Destek Kuruluşu (Address Supporting Organization-ASO): IP Adresleri Destek Kuruluşu, adından anlaşılacağı üzere, IPadreslerine ilişkin politikaları belirleyen bir birimdir. Alan Adları Destek Kuruluşu (Domain Name Supporting Organization-DNSO): Alan İsimleri Destek Kuruluşu, internet alan adlarısistemine ilişkin çalışmalar yapan bir birimdir. Protokol Destek Kuruluşu (Protocol Supporting Organization-PSO): Protokol Destek Kuruluşu, bilgisayarlar arasındaki bilgi alış verişine izin veren ve internet üzerinden iletişimi sağlayan teknik standartları kolaylaştırmak amacıyla internet protokol numaraları üzerinde çalışan bir birimdir.

ICANN, tüm İnternet kullanıcılarının geçerli adresler bulabilmelerini sağlamak üzere evrensel çözülebilirlikten emin olunması için DNS’in teknik unsurlarının yönetiminin koordinasyonundan sorumludur(Alan İsmi Sistemi ‘DNS’, kullanıcıların İnternet üzerinde yollarını bulmalarına yardımcı olur. İnternet üzerindeki her bilgisayarın “IP adresi” (İnternet Protokolü adresi) ismi verilen eşsiz bir adresi vardır. IP adreslerinin (bir sayı dizisinden oluşurlar) hatırlanmaları zor olduğu için, DNS bu adreslerin yerine tanınan bir harf dizisinin (“alan ismi”) kullanılmasını sağlar. Böylece “192.0.34.163” yazmak yerine “www.icann.org” yazabilirsiniz). Bunu İnternet’teki işlemlerde kullanılan eşsiz teknik tanıtıcıların dağıtımını ve Üst Düzey Alan İsimlerinin (.com, .info v.s.) kullanılma yetkilerinin dağıtılmasını gözlemleyerek yapar. Mali işlemler, İnternet içeriğinin kontrolü, istenmeyen ticari e-postaları (spam) ve veri korumasıyla ilgili kurallar gibi İnternet kullanıcılarını ilgilendiren diğer sorunlar, ICANN’in teknik koordinasyon görevinin dışında kalmaktadır.

Hızla değişen teknolojilerin ve ekonomilerin gereksinimlerine yanıt vermek üzere tasarlanan, esnek, hızla uygulanan politika geliştirme süreci üç Destek Organizasyonundan kaynaklanmaktadır. Farklı kullanıcı organizasyonlarından oluşan Danışma Komitesi ve teknik topluluklar Destek Organizasyonları birlikte uygun ve etkili politikalar oluşturulması için çalışırlar. Seksenin üzerinde hükümet Yönetim Kurulu’na Hükümetler Danışma Komitesi aracılığıyla tavsiyelerde bulunmaktadır.

ICANN’in bilişim dünyamıza katkıları arasından bazı önemli örnekler

ICANN genel alan ismi (gTLD) kayıtlarında pazar rekabetini oluşturmuş ve bu alan ismi maliyetlerini % 80 oranında düşürerek, tüketicilerin ve şirketlerin alan kayıt ücretleri konusunda yıllık olarak 1 milyar $ tasarruf etmelerini sağlamıştır. ICANN alan isimleri konusunda 5000’in üzerinde çatışmanın çözülmesini sağlayan bir Tekbiçimli Alan İsmi Çatışmaları Çözümü Politikası (UDRP) geliştirmiştir. UDRP verimli ve düşük maliyetli olmak üzere tasarlanmıştır. Uygun teknik komiteler ve hisse sahipleri ile koordinasyon içinde çalışarak, ICANN Uluslararasılaştırılmış Alan İsimlerinin (IDN) kullanıma açılması için kılavuz ilkeleri belirlemiştir, böylece dünyadaki yüzlerce dilde alanların kaydedilmesi için yol açılmıştır.

2000’de, ICANN yedi yeni gTLD’yi kullanıma sokmuştur: .aero, .biz, .coop, .info, museum, .name ve .pro. ICANN topluluğu halen yeni gLTD’ler eklemek için olasılıkları araştırmaktadır. Güvenlik ve erişilebilirlikle ilgili topluluk sorunlarına yanıt olarak, ICANN alan ismi kayıtlarının kamuya açık veritabanı olan Whois’le ilgili olarak çeşitli atölye çalışmalarını barındırmaktadır. IPv6’nın, yeni IP adresi numaralandırma protokolünü kullanıma girmesiyle, küresel ağın karşılıklı çalışabilirliği ICANN’in temel görevi olmaya devam etmektedir.

ICANN’in teknik koordinasyon görevi ile olduğu sürece ICANN’e katılım küresel İnternet politikalarına ilgi duyan herkese açıktır. ICANN web sitesi üzerinden ulaşılabilen çok sayıda çevrimiçi forum sunmaktadır ve Destek Organizasyonları ve Danışma Komitelerinin katılımcılara açık etkin postalaşma listeleri bulunmaktadır. Ek olarak, ICANN yıl boyunca kamuya açık toplantılar yapmaktadır. Son toplantılar Bükreş, Montreal, Şanghay, Rio de Janeiro ve Akra’da gerçekleştirilmiştir. Destek Organizasyonları ve Danışma Komiteleri hakkında daha fazla bilgi için, Adres Destekleme Organizasyonu (ASO), Genel İsimler Destekleme Organizasyonu (GNSO), Ülke Kodu Alan İsmi Destekleme Organizasyonu (CCNSO), Geniş Katılımlı Danışma Komitesi ve Hükümetler Danışma Komitesi web sitelerine başvurulabilmektedir.

Icann Tahkim Usulü

“Domain Grabbing” ya da “Cybersquatting” olarak adlandırılan domain tescilinde bulunan kişinin, bir başkasına ait marka, isim veya ticaret ünvanı, işletme adı vb. ibarelerin tescili sonucunda ileride gerçek hak sahibine çok yüklü meblağlar karşılığında satmak amacıyla, ilgili alan adını kendi adına tescilini sağlamasıdır. Kendi alan adını tescil ettirmeyi ihmal eden bu tür kuruluşların ellerinde iki seçenek vardır: ya istenilen meblağı ödeyip alan adlarına kavuşacaklar ya da hukuki yollara başvuracaklardır.

Bu hususta Icann’in sunduğu çözüm yolu olan tahkim usulünde, cins ve meslek isimlerinin alan adı olarak tescili halinde, bu isim tanınmış bir marka olmadıkça, bu cins veya meslek ismini marka veya işletme adı, ticaret unvanı olarak kullanan işletme, alan adını tescil ettirene karşı hukuki korumadan yoksun bırakılmıştır. Bu konudaki bir karar için bkz. http://arbiter. wipo.int/domains/decisions/html/2000/d2000-0407.html(cityutilities.com). Bu noktada en azından, alan adını tescil ettirenin, bu alan adı altında ticari faaliyette bulunup bulunmadığı ayrımının yapılması daha uygun olurdu. Eğer bir cins veya meslek ismini alan adı olarak tescil ettiren, bu alan adı altında herhangi bir faaliyette bulunmayıp sırf bu alan adını ilgilenenlere satmayı amaçlıyorsa bu halde dahi ICANN tahkim usulü uygulanabilmelidir.

ICANN tahkim usulü, ancak http://www.icann.org/en/dndr/udrp/approved-providers.htm adresinde listesi bulunan ICANN tarafından akredite edilmiş kuruluşlar tarafından uygulanabilir. Genelde her akredite edilen kuruluşun kendileri ayrı ücretlendirme ve ICANN tahkim ve usul kurallarına ek kurallar öngörmektedirler.

NSI (Network Solutions, Inc) 1999 yılı sonuna kadar TLDs dağıtımı konusunda tek yetkili organ idi. 1995 yılı Haziran ayında artan internet alan adı ihtilafları karşısında ‘NSI Domain Name Dispute Policy’ yürürlüğe konulmuştur. Buna göre, bir marka sahibi, markasının bir başkası tarafından domain name olarak tescil ettirilmesi karşısında, marka tescil belgesi ile birlikte tescili yapan kuruma başvurup, alan adının kullanılmasını engelleyebiliyordu. Bu tahkim kuralları 31 Aralık 1999 tarihinde yürürlükten kalkmıştır. Bunun üzerine yeni kurulan en yüksek İnternet İdare Organı olan ICANN 26 Ağustos 1999’da Şili’de yaptığı toplantıda yeni tahkim kurallarının yürürlüğe girmesini kararlaştırmıştır. Bu çercevede ICANN ‘Uniform Domain Name Dispute Resolution Policy’(Yeknesak Kurallar – UDRP) ve bununla ilgili usul kuralları ‘Rules for Uniform Domain Name Dispute Resolution Policy‘ (Usul Kuralları – RUDRP) aynı tarihte, 1 Aralık 1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

ICANN tahkim usulünün klasik tahkimden ayrıldığı en önemli hususlardan birisi, bu tahkim usulünün alan adının tescili esnasında kabulünün zorunlu olmasıdır. Bir nevi genel işlem şartlarında olduğu gibi sözleşme ancak bu şartların kabulü ile meydana gelmektedir. Ancak burada hemen belirtilmesi gereken bir husus, genel işlem şartlarında olduğu gibi, tahkim usulü kurallarının sözleşmeye dahil edilme ve içerik denetimi gibi aşamaların olmamasıdır. Bu halde tescil talebinde bulunan, bu şartların içeriğinden haberdar olmasa bile, ihtilaf halinde ICANN tahkim usulü kurallarına göre ihtilafın halli yoluna gidilecektir.

ICANN tahkim usulünde göze çarpan diğer bir önemli husus ise, normal tahkim usulüne oranla çok daha ucuz olması ve ortalama 40-45 gün gibi kısa bir sürede ihtilafların çözüme kavuşturulmasıdır. Bu usulde internet alan adını (domain name) tescilinde bulunan değil, domain tescilini yapan kurumun (mes. register.com) ihtilaf neticesinde çıkacak alan adı transferini veya değişikliğini yerine getirecek olmasıdır. Bu usuldeki hakem (panelistler) de yine kendi alanında, özellikle marka ve fikri haklar konusunda, uzman kişilerden oluşmaktadır[1].

ICANN Tahkiminde Karar Aşaması

Kararın, Art. 15 (b) RUDRP’ye göre karar verecek heyetin atanmasından sonra ondört gün içinde verilmesi gerekir. Karar yazılı olarak verilir. Eğer herhangi bir şekilde taraflar anlaşmışlar veya sulh olmuşlarsa divan bu hallerde Art. 17 RUDRP’ye göre karar vermez. Hakem/hakem heyeti kararlarını Art. 15 (a) RUDRP’ye göre UDRP’nin maddi kurallarına dayandırır. Eğer olay başka bir hukuk düzeniyle ilgili ise tamamlayıcı olarak bir başka hukuk düzeninin de nazara alınması mümkündür. Bu konuda  “Bundesin-nenministerium.com, net ve org; Verfassungsschutz.org”  kararında Divan, Alman Marka Kanunu hükümlerini olayda dikkate almış ve uygulamıştır. Davada her iki tarafın ikametgâhının Türkiye’de olması halinde, Türk Mahkemelerinin verdiği kararlar da nazara alınabilecektir. Hakemler UDRP’nin maddelerini yorumlarken, genel geçerli olan hukuk prensiplerine göre hareket etmelidirler. Buna karşılık olarak, “Tourism and Corporate Automation Ltd. v. TSI Ltd., AF-0096 (Hardy), 2000-03-16” örneğinde olduğu gibi Anglo-amerikan hukuk kökenli hakemler genelde kendi hukuk prensiplerini uygulama eğilimi göstermektedirler.

Tahkim heyeti tarafından verilen karar tahkim divanına[2] (WIPO- Arbit-ration and Mediation Center) gönderilir. Tahkim divanı da bu kararı üç gün içinde taraflara ve ICANN’ a bildirir. Ayrıca karar internette yayınlanır. WIPO nezdinde yapılan ICANN Tahkim usulünün şematize edilmiş safhalarına kurumun sayfalarından ulaşılabilmektedir. Kararın tebliğinden sonra ongünlük bekleme süresinin dolmasına müteakip domain adını tescil eden makam kararı vakit geçirmeksizin uygulamaya geçirmeli; yani ya alan adını talepte bulunana devretmeli veya silmelidir (Art. 4 (k) UDRP). Ancak dava aleyhine sonuçlanan taraf ongünlük bekleme süresi içinde milli mahkemeler nezdinde talebi kabul edilen tarafa karşı dava açarsa, hakem kararı hemen uygulanmaz. Böyle bir dava, taraflar aralarında yapacakları sulh antlaşması, davanın geri alınması veya davanın reddi veya davanın lehe sonuçlanmasından ihtilaflı alan adını tescil eden makamın haberdar edilmesi anına kadar, taliki bir şartın sonuçlarını doğurur.

Birden fazla hakem heyetlerinde kararlar basit çoğunlukla verilir. Davacının talebinin kabul edilmesi halinde, talep çeşidine göre alan adının devri veya silinmesi söz konusu olabilir. Art. 4 UDRP’ye göre alan adının devri veya silinmesi şartlarının gerçekleşmemesi nedeniyle talebin reddedilmesi halinde, hangi nedenlerden dolayı davanın reddedildiği kararın gerekçesinde yer almalıdır. Alan adının devri veya silinmesinden başka divan bunun ötesinde herhangi bir karar veremez. Mesela bir tazminata hükmedemez veya tescil edilen diğer alan adları hakkında bilgi isteyemez. ICANN Tahkim Usulünden önce uygulanan NSI Dispute Policy’ye göre alan adı bloke edilmişse (domain on hold), talebin reddedilmesi halinde, hakemler bu kararın kaldırılması yönünde bir karar verebilirler.

Başvuruların Maddi Şartları

Yapılan bir müracaatın başarılı sonuçlanması, yani alan adının devri veya silinmesi sonucunu doğurması için gerekli şartlar şu şekildedir:

Uygulanacak İhtilaflar: Üçüncü bir kişinin (Davacı), kabul edilebilir bir kuruluş  nezdinde, usul kurallarına göre

  1. İnternet alan adınızın ticari bir marka veya hizmet markası ile aynı veya iltibasa mahal verecek şekilde benzer olduğunu,
  2. İnternet alan adı üzerinde herhangi bir hakkınızın veya haklı menfaatinizin olmadığını,
  3. İnternet alan adının kötü niyetli olarak tescil edilmiş ve kullanılmakta oldugunu  ileri sürmesi durumunda, zorunlu olarak bir idari davaya katılmakla yükümlüsünüz.

Davacı, İdari davada bu üç unsurun da bulunduğunu ispatlamalıdır.

Kötü niyetli tescil ve kullanmanın ispatlanması: Madde 4(a)(iii) anlamında, özellikle Divan tarafından tespit edilmiş aşağıdaki hallerde, kötü niyetli bir tescil ve kullanmanın varlığı kabul edilir.

  1. İnternet alan adının; davacıya, ticari marka veya hizmet markası sahibine, veya davacının rekabette bulunduğu kimseye, alan adının belgelenmiş tescil masraflarını aşan önemli miktardaki bir meblağ karşılığında esasen satma, kiralama veya sair şekilde devretme amacıyla tescil veya elde edilmiş olması; veya
  2. Alan adı başvurusunu, ticari marka veya hizmet markası sahibinin markasını alan adında kullanmasını engellemek amacıyla yapmış ve bunu yaparken ticari gaye ile hareket etmişseniz, veya
  3. Alan adı başvurusunu esasen ticari rakiplerin işlerine zarar vermek amacıyla yapmanız,
  4. Alan adını kullanarak, ticari kazanç temin etmek gayesiyle, davalının markası ile kaynak, sponsorluk, ilişki veya websitenizde ürün veya hizmetin tavsiyesi noktalarında karışıklık meydana getirmek suretiyle, internet kullanıcılarını kendi websitenize veya başka bir siteye, kasten çekmek

UDRP  4 (b) Maddesi’ne göre özellikle aşağıdaki hallerde kötü niyetli tescil ve kullanma mevcuttur.

  1. Alan adını kendi adına tescil ettiren, alan adını marka sahibine veya  rakiplerinden birine satmak, kiralamak veya başka şekilde devretmek amacıyla yapmışsa, meğer ki sadece belgelenmiş olan tescil masrafları talep edilmiş olsun,
  2. Alan adı sahibinin, tescili, ticari hayatta marka sahibinin markasını alan adı olarak kullanmasına engel olmak amacıyla yapmış olması,
  3. Tescilin, öncelikle rakip firmaya zarar vermek amacıyla yapılması,
  4. Alan adı sahibi, ticari hayatta marka ile karışıklık meydana getirip, kendisinin veya başka birisinin websitesine müşteri çekmek suretiyle kazanç elde etmeyi amaçlıyorsa,

Yukarıdaki örnek sayımlardan da anlaşılacağı üzere, ilk üç husus kötü niyetli tescile, son örnek ise kullanıma örnek teşkil etmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, kötü niyetli kullanma için, pozitif bir hareket şart değildir, bu konuda hareketsiz kalma mesela kötü niyetli olarak tescil edilen alan adının kullanılmaması da, şartlara göre kötü niyetli bir kullanma teşkil edebilir. Alan adının kullanılmasında ölçüt alınacak husus, alan adı sahibinin tescilden sonraki davranışlarıdır.

Notlar

  1. WIPO nezdinde görev yapan panelistlerin ülkelere göre listesi için http://arbiter.wipo.int/ domains/panel/panelists.html adresine bakılabilir.
  2. Burada ‘Tahkim Divanı’ tabiri ile kaideten ICANN tarafından alan adı uyuşmazlıklarında akredite edilen ‘World Intellectual Property Organization Arbitration and Mediation Center’ kastedilmektedir

Bilgi Özgürdür; Kısıtlanamaz, Sahiplenilemez, Sınırlanamaz

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

İnternetin güvenli kullanımı’na ilişkin temel anayasal insan haklarına aykırı BTK kararı *

10.11.2008 tarihli ve 27050 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 4’üncü 6’ncı ve 50’inci maddeleri ile 28.07.2010 tarihli ve 27655 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Sektöründe Tüketici Hakları Yönetmeliği’nin “İnternetin güvenli kullanımı” başlıklı 10. Maddesindeki: “İşletmeciler, internetin güvenli kullanımına ilişkin olarak tüketicileri bilgilendirmekle, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından belirlenen yasadışı ve zararlı içeriklere karşı tüketicilerin korunmasına yönelik altyapı seviyesindeki hizmetleri ek ücret olmaksızın seçenekli olarak sunmakla yükümlüdür.   Kurum bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar belirleyebilir.” hükmü kapsamında, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından hazırlanan “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar Taslağı” 22 Şubat 2011 tarihinde 2011/DK-10/91 no’lu karar ile onaylanarak, “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” adı altında 22 Ağustos 2011’de yani 6 ay sonra yürürlüğe girmesine karar verildi.

Karar uyarınca, 22 Ağustos 2011’den sonra internete ancak BTK’nın belirlediği “aile profili”, “çocuk profili”, “yurtiçi profil” adları verilen filtrelerle girilebilecek ya da “standart profil” tercih edilecekti. Ancak 22 Ağustos’a gelindiğinde, üç aylık bir deneme süresinden sonra uygulamaya geçilmesine karar verildi. Ancak dileyen kullanıcılar 22 Şubat’ta belirlenen dört profilden birini seçmeyeceklerdi. Zira, “Standart profil” zaten mevcut durumunu sürdürmek yani devlet filtresini kullanmak istemeyenleri tarif ettiği için BTK, başlangıçta belirlediği “yurtiçi profil” uygulamasından da son anda vazgeçmiş ve “yanlış adlandırma” diye niteleyerek “yurtiçi profil”i düzenlemede ayrı bir kategori olmaktan çıkarmıştır. Sonuç olarak kullanıcılar, içeriğini devletin belirlediği “çocuk” ya da “aile” filtrelerini kullanabilecek durumdadırlar.

Böylece de uygulamanın başlangıç tarihi 22 Kasım 2011’e ertelenmiş oldu ve yürürlüğe girmesiyle birlikte de çok tartışmalı pek çok uygulama da peşi sıra gelmiş oldu.

Bu profillerin BTK’nın açıklamalarına göre çerçevesine bakacak olursak; BTK tarafından işletmecilere gönderilecek “çocuk” ve “aile” filtrelerinde sadece devletin belirlediği alan adları, IP adresleri ve portlara erişim mümkün olacak gözükmektedir. BTK’nın resmi internet sitesinden link verilen güvenlinet.org adresinde de iki profil için şu açıklamalar yer almaktadır:

Çocuk Profili: Pedagoji, sosyoloji ve psikoloji alanlarında uzman akademisyenlerin bulunduğu bir komisyon tarafından belirlenen kriterlere uygun kategorilerdeki sitelere erişilebilen profildir. Çocuk profili ile eğitim,ödev, bankacılık uygulamaları, alışveriş, müzik-oyun-eğlence, haber, e-posta, resmi ve kamu siteleri,tatil, özel şirketler, eğitim kurumları, e-devlet gibi pek çok farklı türden siteye erişebilirsiniz.

Aile Profili: Kumar, uyuşturucu, fuhuş, müstehcenlik, şiddet, terör, dolandırıcılık, zararlı yazılım gibi kategorilerdeki siteleri engelleyen profildir. Çocuk profiline ek olarak kişisel sitelere, forum ve paylaşım sitelerine erişim sunar. Ayrıca sosyal medya, oyun ve sohbet kategorilerini ise ayrı ayrı seçme imkânı sunar.

BTK’nın verdiği bilgilere göre, devletin “Çocuk profili”nde sosyal paylaşım sitelerine erişim kısıtlanmaktadır. Zira “aile profili” konusunda bilgi verilirken “Çocuk profiline ek olarak kişisel sitelere, forum ve paylaşım sitelerine erişim sunar” ifadesi kullanılarak “çocuk” filtresinde sosyal paylaşım sitelerine erişim sağlanmadığı da açıkça söylenmektedir. “Aile profili”nde ise sosyal paylaşım sitelerine “seçenekli” olarak erişim sağlanmakta yani aile filtresi uygulayan bir kullanıcı bu filtrede ayrıca “sosyal medya” sitelerini seçerse bu tür paylaşım temelli sitelere erişebilmektedir.

Profiller nasıl sansür anlamına geliyor?

Her şeyden önce internetin doğasına aykırı olan ve üst hukuk normlarını ve uluslararası sözleşmeleri de ihlal eden  “Devlet’in Filtre’si” artık Türkiye’de sansürün en son adıdır. Bugüne kadar yapılmış sansürlerin en sinsisi ve aynı zamanda şaşırıcı biçimde en göz boyamaya ve vatandaşa şirin gözükmeye çalışanıdır. Öyle ki sansür bu sefer kendisine ne çocuk pornografisini ne müstehcenliği, ne telif haklarını ne terörizmi kılıf olarak seçmiştir: bu sefer kılıf çok daha ilginçtir: tüketici hakları sansürün kaynaklandığı merkez olarak alınmıştır. Dikkat edilmesi gereken husus her geçen gün sansürün vatandaşlarca da gittikçe siyasi bir çerçevede daha da içselleştirilmesi ve sansüre karşı çıkanların da bazı kesimlerce çok farklı iddialarla itham ediliyor olmasıdır. Seçim öncesi yaşanan bu kaos ve bilgisizlik ortamında Türkiye temel hak ve hürriyetlerine dokunan bir konuda bile yine taban tabana zıt görüşlerdeki iki suni kampa ayrılmıştır.

Şu andaki durumda bir site erişime engellendiğinde kullanıcının karşısına “Mahkeme kararı ile engellenmiştir” ibaresi çıkıyor. Yeni sistemdeki “Erişim Engelleme Kararlarının Aktarılma Projesi” kapsamında kapatılacak sitenin adresi filtre yazılımına dâhil edilecek ve sessiz sedasız erişime engellenecektir. Öncelikle ifade etmeliyiz ki, önümüzdeki bir BTK kararıdır; yani yönetmelik bile değildir. BTK kararı ile internet gibi insan hakkı olan bir iletişim mecrasının kullanımı ve iletişim hakkımız nasıl düzenlenebilmektedir, anlamak mümkün değildir. Usul ve esaslarda “standart profil”, kullanıcının erişebileceği internet site ve uygulamalarına ait bir sınırlamanın olmadığı, mevcut mevzuat kapsamında internete erişimin sağlandığı profil olarak tanımlanmıştır. Buradaki mevcut mevzuat kapsamında sağlanan İnternet fikri bile şu anki hukuka aykırı mevzuatları bilen ve siyasi otoritenin ileride çıkarabileceği yenilerini düşünebilenler için yeterince korkutucudur.

Bilgi Teknolojisi dünyasının en sıcak konuları olan İletişim Özgürlüğü, Özel Hayatın Dokunulmazlığı, Mahremiyet Hakkı, Bilgi Edinme Hakkı, Dijital Aktivizm, Örgütlenme Hakkı, Netdaşlık Hakları, Anonimlik Hakkı, Yönetişim ve Telif Hakları konularının tamamı İnternet Erişim Hakkımız ve İnternet Sansürü arasında ezilmektedir. İnternette yeni gelişen haklar ve ifade özgürlüğü anlamında baktığımızda da; Anayasa’nın 13. maddesi basın özgürlüğüne atıfta bulunmaktadır ki bu maddeye göre basında sansürleme olağanüstü durumlar dışında gerçekleşemeyecektir. Bu da bize, internetteki yasaklamaların ancak çocuk pornosu, terörizm, ırkçılık gibi evrensel olarak  ‘lanetlenmiş’ ve Avrupa Hukuku’nda da sınırları belirtilmiş noktaları aşamayacağını göstermektedir.

Türk hukukunda ifade hürriyetinin uygulanmasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çerçevesinde yeterli güvence bulunmadığı açıktır. Yine ifade özgürlüğü kapsamında, İnternet sitelerinin sık sık ve keyfi olarak zaman ve süre açısından da orantısız olacak şekilde erişime engellenmeye devam ettiği ve buna hiç bir çözüm getirilmediği uluslararası raporlarda dile getirilmektedir. Bu hususlar da artık Türkiye’de internet sansürü olgusunun maalesef hayatımızın bir parçası olduğunu bizlere düşündürmektedir. Yargısal ve idari kararlarda hukuka aykırı içeriği siteden çıkarmak yerine internet sitesinin tamamına yönelik engelleme kararlarının verilmesi de bunun bir göstergesidir. İnternet demokrasinin beklenen düzeye çıkabilmesi için 5651 S.K.’un 8. Maddesi yerine 9. Maddesinin işletilmesinin yeğlenmesi ve esas yöntemin de engelleme değil içerik çıkarma olması gerektiğini düşünmekteyiz.

İnternetteki faaliyetlerimiz ve basının özgür çalışması anlamında ifade özgürlüğüne saygının hukuken ve uygulama olarak daha güçlü bir şekilde garanti altına alınma ihtiyacının bulunduğu açıktır. Devletin hukuka aykırı sınırlama ve kısıtlamalara son vermesi ve gerçek iletişim ve basın özgürlüğünü tam demokratik yaşam için sağlaması zorunludur.

Erişime engellenen sitelerin neden kapatıldığına dair bilgilere de erişemediğimiz gibi bu alanda giderek anti-şeffaf politikalar standartlaşmaya başlamaktadır. Aslına bakılırsa bu bilgilerin şeffaf olmamasının geçerli bir nedeni var diye düşünülebilir: yasaklanan sitelerin adreslerinin ve engellenme sebeplerinin açıklanmasının bu sitelere karşı merakı artırabileceği ve internet kullanıcılarının bu sitelere çeşitli teknik yöntemler kullanarak erişeceklerinden korkuluyor(!) olabilir. Konu çocuk pornografisi olduğunda bunun haklı bir görüş olduğunu savunmak mümkün olabilir. Ancak diğer siteler için aynı şeyi söylemek oldukça güçtür. Zira bir hükümetin desteklemediği siyasi görüşe sahip bir siteyi erişime engellemesi ya da eşcinsellerin sıklıkla kullandıkları sitelerin “fuhuş ve\veya müstehcenlik” adı altında erişime engellenmesi gibi keyfi durumların oluştuğu tecrübeyle sabittir.

TİB birkaç yıl öncesinde erişime engellenen sitelerin sayısını ve neye dayanarak engellendiğini grafikler halinde duyururken, aldığı tepkiler(!) üzerine bu bilgileri yüzdelik dilimler halinde pasta grafik şeklinde vermeye başlamıştır ki artık bu şekilde verilen bilgilerin internet sansürüne karşı savaş anlamında somut hiçbir yararı kalmamıştır, şeffaflık ilkesinden uzaklaşılmıştır.

Acarer özet olarak ”Şu anki internet yapısını standart profil diye tanımlarsak Güvenli İnternet Profili mevcut yapıya getirilen bir ilavedir. Uzunca zamandır değişik kullanıcılardan gelen talep üzerine bu düzenleme ortaya çıktı. İnternet servis sağlayıcılarla yapılan görüşmeler neticesinde bu düzenlemeyi yaptık. Şu anda kullandığı sistemi isteyen abone kullanmaya devam eder, isteyen abone de güvenli internet profiline geçer.” Demektedir ve fakat, Madde 9/6’da ise  “İşletmeciler, Kurum tarafından hazırlanan veri tabanının paylaşıldığı güvenli hat üzerinden aşağıdaki bilgileri bir web servis aracılığı ile her ay sonunda Kuruma göndermekle yükümlüdürler.  a) Bireysel Abone Sayısı, b) Güvenli İnternet Paketini Kullanan Abone Sayısı, c) Kendi Paket ve Profillerini Kullanan Abone Sayısı.” denilmektedir. Böylece kim ne yapıyor belli olacak, bir tür fişleme gerçekleşecektir, aksini iddia edebilecek olan var mıdır?

Yeni düzenleme esasen eskiye çok da fazla bir değişiklik getirmemektedir öz olarak, öyle ki burada eleştirilmesi gereken esasen 5651 sayılı yasanın kendisidir. Çünkü mevcut mevzuata göre erişimin engellenmesi bu yasadan kaynaklanmaktadır. Bu yasa zaten uzun süreden beri yürürlüktedir. Öte yandan standart pakette kalanların da fişlenmesi gerçekleşecek şeklinde bir görüş de akıllara gelmiş ve sonuçta bu yeni uygulamanın siyasi yanının ağır bastığı fikrini çağrıştırmıştır.

Ayrıca BTK’nın hazırladığı listelerin neden erişim sağlayıcılara hash değerli olarak verileceğini de anlamak güçtür. Şu anda ISP’ler zaten bu hizmeti bir şekilde müşterilerine katma değerli hizmet olarak vermektedirler veya vermeye çalışmaktadırlar. Ancak yeni uygulama ile mevcut sistemleri, bu “hashli” listelere entegre etmek oldukça zor gözükmektedir. Yeniden bir yazılım/ürün veya sistem yapmak gerekiyor ki; hazırlıkların  BTK’nın verdiği süre içerisinde bitirilmesi neredeyse imkansız durmaktadır. Tabii bu durumu önceden tahmin(!) edip belirli yazılımları hazırlayan firmalar yoksa. Açıkça sormak gerekir: bu hizmeti sunacak erişim sağlayıcılara bile listelerin açık bir şekilde verilmemesinin nedeni nedir?

Öyle ki bireyler filtreleme istiyorlarsa kendileri istedikleri zaman kendi başlarına bunu zaten istedikleri hazır filtreler arasından seçimlerini yaparak kolaylıkla yapabilmektedirler. O zaman devletin filtresine ne gerek vardır? Avrupa Konseyi tavsiye kararında: “üye ülkeler ev ve okul bilgisayarları ile İnternet kafelerde filtre programlarının kullanılmasını teşvik etmeli ama devlet düzeyinde filtreleme girişimlerinden her ihtimalde kaçınmalıdır.” Demiştir. Hukukçu olarak devlet denetiminin sakıncalarını açıklar isek öz-denetimle devlet denetimi arasında farklara değinmemizde yarar olacaktır.

Usul ve esaslara ilişkin ilgili BTK kararında, kişisel verileri korumak ve bilgi güvenliğini sağlamak da yine sadece lafta kalan bir maddedir, öyle ki kişisel verilerin nasıl korunacağına dair bir kanunu olmayan bir ülkede yaşamaya çalışmaya devam etmekteyiz. Yine kararda, filtreleme veri tabanının da gizli olduğu söylenmektedir ve bunun nedeni BTK tarafından açıklanmamaktadır. Bugün yasaklı ve sansürlü bazı sitelere teknik yollarla erişebilmekteyiz, ama ya yarın ne olacak, bugün erişmemize izin veren teknik imkânlara yarın yasak getirirlerse yapabilecek hiçbir şeyimiz kalamayacaktır ki bunun dünyadaki örnekleri İran ve Çin’de görülmektedir.

Zaten internetin doğasına ve internet demokrasisi anlayışına da en çok uyan çözüm her zaman için uyar-kaldır şartının her şeyden önce ilk işletilmesi gereken yol olduğunun akıldan çıkarılmamasıdır. Hepimiz anlıyoruz ki sitelere erişim engellenmesi ile kullanıcılara ve bu site sahiplerine gönderilen politik bir mesaj söz konusu. “Burası Türkiye, burada internette içerik bizden sorulur, bizim istemediğimiz hiç bir şeye siz bakamazsınız ve okuyamazsınız” diyorlar ancak bu mesajı almamıza rağmen sansüre karşı durmaya tüm gücümüzle devam ediyoruz. Bugün için yasaklı(!) sitelere girmemizi sağlayan “opendns” ve benzeri alternatif yöntemleri geçerli çözüm olarak Kabul etmiyoruz ve biz bunları kabul edersek bir gün dns değiştirenlerin ya da proxy (vekil sunucu) kullananların da bugünkü bu akıl almaz maddeleri, yasaları hazırlayanlarca cezalandırılabilecekleri maddelerin de kanunlara çok rahat girebileceğini biliyoruz. Sedat Kapanoğlu’nun  “Biz suçlu değiliz” adlı çağrısında dillendirdiği tüm bu korkuyu taşıyor ve yaratılmaya çalışılan korku imparatorluğuna karşı durmaya çalışıyoruz.

Acarer, İngiltere ve Almanya’da erişime engellenen site sayısının Türkiye’nin üç katı düzeyinde olduğunu söylemiştir. Sürekli onlarda sansürlüyor o zaman biz de sansürleyelim düşüncesi hakim kılınmak istenmektedir. İnternet sansürünün genel olarak nerede ve ne kadar uygulandığına dair gerçekçi karşılaştırmalar halka sunulmamaktadır. Sansür mekanizmalarının nasıl ve hangi mevzuatlara göre işlediği, uygulamalarının nasıl olduğu açıklıkla incelenmemekte ve adeta bilgi kirliliği yaratılmaktadır. Acarer’e sormamız gereken: “Neden Türkiye’nin sansür puanı yüksek de Almanya’nınki değil o zaman?” sorusudur.

İnternet yaşayan bir varlıktır. Klasik ülkesel sınırların kaybolduğu günümüzde, internetin doğasından da kaynaklanabilecek sorunlara eski tip hukuki düzenlemelerin cevap veremediği açıktır. Hızlı teknolojik gelişimle oluşan yeni kavramlarla ilgili mevcut düzenlemeler yetersiz kalmakta, bu nedenle de bazı ülkelerde keyfi uygulamalar ön plana çıkmaktadır.

Sorun Youtube ya da bir diğer internet sitesinin erişime kapalı ya da açık olması değildir. Sorun, ifade hürriyetinin ne kadar koruma altına alındığı, keyfi kısıtlamaların yapılıp yapılmadığı, sansürün var olup olmadığı ve gerçekten Anayasal özgürlüklerimiz tam olarak yaşama hakkımızın tanınıp tanınmadığı noktasındadır.

Yaklaşık 3 senedir aralıksız erişimine izin verilmemesine karşın Türkiye’de en çok takip edilen sitelerden biri olmaya devam etmektedir. İnternet kullanıcıları tarafından yapılan birkaç basit teknik değişiklikle(DNS ayarlarının değiştirilmesi vs.) söz konusu site takip edilmeye devam ettiği gibi, Eylül 2010 itibariyle Türkiye’de en çok ziyaretçi alan 6. site dahi olmuştur ki, www.hurriyet.com bu listeye göre 7. Sırada yer almaktadır. Tüm dünya çapında Türkiye, Tunus ve Birleşik Arap Emirlikleri hariç www.youtube.com adresli siteye engelleme kararı uygulayan başka bir ülke bulunmamaktadır. Suudi Arabistan sınırlı engelleme uyguladığı gibi, Fas, İran ve Suriye’nin içinde bulunduğu ülkeler erişimin engellenmesi kararları kaldırmışlardır.

İnternet sitelerinin erişiminin engellenmesine karar verilmesi, yukarıda örneklerle açıklandığı üzere pratikte hiçbir fayda sağlamamaktadır. Erişiminin engellenmesine karar verilen siteler  kullanıcılar tarafından takip edilmeye devam edilmekte olup, bu durum mahkeme kararlarının infaz edilecek kabiliyette olmadığı algısının oluşmasına da neden olmaktadır. Bunun dışında dünya çapında Türkiye’nin Tunus Arap Emirlikleri gibi ülkelerle aynı yasakçı zihniyete sahip olduğu kanısının oluşmasına da neden olmaktadır.

İsviçre basını bu konuya zamanında çok yer vermiş ve konunun bir ara artık kelimelere kadar indirgenmiş olması da adeta “tuhaf” olarak nitelendirilmiştir. 138 kelimenin yasaklanmış olmasının, tıpkı 1967-1974 yıllarında Yunanistan’daki askeri cuntanın Z harfini yasaklamasına benzediği söylenmiştir.

İnternet yasaklarının temel taşı durumundaki 5651 sayılı Kanun’daki sınırlandırmalarla ilgili hükümler AİHS’nin 10. maddesine ve ölçülülük ilkesine uygun olmadığından ifade özgürlüğünü ihlal eder olduklarını söylemek mümkündür. Şu anki sansürcü uygulamalarla, basın ve iletişim özgürlüklerinin çift taraflı ihlali söz konusudur.  Sadece bilgiye ve kanaate ulaşıma taş konulmuş olmamakta, WordPress vb. kanallara da yasak getirilerek “kendi kanaatini yayma” özgürlüğümüze de dur denilmektedir.

Ab 2010 Türkiye İlerleme Raporu’nda, basın özgürlüğünün Türkiye’de yeterli olmadığı hususu kesin bir dille ifade edilmiştir. Basın mensuplarının haklarında açılan davalar ve mesleklerini icrasında yaşadıkları kanunsuz baskıların yarattığı zorlukla ve yine basın kurumlarının internet siteleri hakkında erişim engelleme kararları verilmesi hususlarının Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının ülkede basın hürriyeti açısından AİHM içtihatlarının gereği olan düşünceyi açıklama hürriyeti bağlamında yeterli garantiyi sağlamadığını açıkça ortaya koymaktadır. Tam da beklediğimiz gibi rapor da haklı olarak özgür düşünce ortamı ve çoğulcu medya gibi temel gereksinimlere son derece zarar veren basın mensupları üzerindeki politik baskı ve yargılananların sayısının çokluğu ile çok sık yaşanan site “kapatmalar” üzerinde vurgulu bir şekilde durulmuştur.

Youtube yasağı AİHM’e götürülmüştü, bu süreçte neler olup bittiği ve Youtube yasağının ülkemize ne kazandırıp kaybettirdiği hususunda ciddi bir çalışmanın yapıldığı gözlenmemektedir. Youtube yasağının ülkemize ne kazandırdığı sorusunun cevabı koca bir hiçtir. Ne kaybettirdi kısmına gelirsek de: bilgisayar ile fazla haşır neşir ol(a)mayan bir kesimin Youtube kullanamamasına sebep olmuştur. Geri kalanlar zaten “bir şekilde” Youtube’a erişmeye devam etmişlerdir. Ülkenin “sansürcü ülke” olarak adlandırılması ve yaşadığı saygınlık kaybından ise bahsetmeye gerek bile yoktur.

5651 sayılı kanun ile gelen bir diğer önemli hak ihlali de: verilen erişim engelleme kararlarının tedbir niteliğinde olmasına rağmen Youtube sitesinin erişim engelleme kararı Mayıs 2008’den Kasım 2010’a kadar sürmüştür. Tedbirler neticesinde soruşturmadan kovuşturmaya geçilmediği için tedbirler süre sınırsız olarak uygulamada kalmaktadır.

Youtube sitesinin engellenmesine yol açan videolar esrarengiz ve hukukçuların çözemediği bir yöntemle sistemden kaldırılmış, yine kimsenin kavrayamadığı bir uygulamayla site tekrardan erişime açılmıştır. Herkesin bildiği gibi site erişime açıldıktan 2 gün sonra ilgili videolar sisteme tekrar yüklenmiş ve buna rağmen site hakkında halen erişim engelleme kararı verilmemiştir. Bu uygulamada bize Türkiye’deki erişim engelleme kararlarının altında hukukilik unsurunun dışında bazı unsurların varlığını hatırlatmaktadır.

Bununla birlikte Alternatif Bilişim Derneği önderliğinde açılan “Google Sites” ve Doç. Dr. Yaman Akdeniz önderliğinde açılan “Last.fm” dava dosyaları birleştirilmiş ve AİHM’de görülmektedirler. Bunlar için 9 Haziran 2011 tarihi beklendiğinden ve karar daha sonra verileceğinden şu an için daha fazla yorumlanacak herhangi bir durum yoktur.

Esasında bu tür filtre sistemlerini işletim sistemleri, internet servis sağlayıcılar ya da internetten bulunabilecek programlar sayesinde isteyen istediği zaman zaman kullanılabilmektedir. Yani zaten kullanıcı böyle bir seçeneğe sahiptir. Ancak BTK’nın uygulamasıyla bu durum bir opsiyon olmaktan çıkıp zorunluluk haline getirilmiştir. İnternet üzerinden satın alabileceğiniz ve çocuklarınız için özel olarak ayarlayabileceğiniz, istediğiniz zaman da devre dışı bırakabileceğiniz filtre yazılımları mevcuttur. Bu durum yetişkinlerin özgürce interneti kullanabilmelerine de olanak sağlamaktadır. BTK’nın standart olanı da “paket” olarak adlandırması herhangi bir filtre seçmemiş kişileri de filtrelemeye tabi tutmasından başka bir şey değildir. “Yürürlükteki mevzuata uygun şekilde” düzenlenecek bu paketlerin, yürürlükteki mevzuata şu an bile aykırı hareketlerle erişime engelleme kararları verildiği düşünüldüğünde temel hak ve hürriyetlere aykırı olacağı aşikârdır. Acarer’in “şu an kullanılan internetten farkı olmayacağı” açıklamasının kimseyi rahatlatması beklenemez, zira halihazırda kullandığımız internette hangi sitelerin erişime engelli olduğunu bilmiyoruz, 22 Ağustos’tan sonra ise bir daha hiç bilemeyecek durumda olacağız.

“Hash” denilen teknik doğrulama değer algoritmasıyla korunan içerik BTK veri tabanında sunulan filtre listeleridir; İnternet Servis Sağlayıcılarının bu listeler üzerinde değişiklik yapılmasını engellemek üzere bu “hash” işlemi yapılmaktadır ancak güvenli internet kararının 9.3 maddesi de bununla çelişkiye düşmektedir: işletmeciler  kara listeleri genişletebilir durumdadırlar ancak beyaz listelere dokunamamaktadırlar.

Bazı teknoloji sitelerinde bizim nezdimizde büyük tepkilere yol açan yönetmelikte korkulacak bir yan olmadığı yazılıyor oysa ki onların yaptıkları kafalarını kuma gömmektir. BTK kararının 6. maddesinde proxy’den de bahsedilmektedir ki bu da standart profilde yasaklamış(!) oldukları sitelere proxy kullanarak da erişilmesinin engellendiği anlamındadır. Yani buradan anladığımız ise paralı abonelikle çalışan bir sitedeki para verip elde ettiğim giriş hakkını o ilgili site standart profilde engellenirse kullanamayacağımızdır. Yapabilecekleri engelleme ilgili sitenin Türkiye’ye erişmesini yasaklamaktır. Ancak hiç bir zaman benim vatandaş olarak bir siteye erişmeme yasak koyamayacaklarına göre yine gri bir alanla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu anlamda herkesin dikkatini BTK kararındaki 11. Maddeye çekmek isteriz: bu madde, filtre aşma yöntemlerinin takip edilmesini, engellenmesini ve BTK’ya ispiyonlanmasını hükme bağlamaktadır.

Neden bir internet hukuku oluşturulmuyor da böylesi alt seviye mevzuatla konu geçiştiriliyor(?) diye soracak olursak da esasen arananın çözüm değil başkaca şeyler olduğunu görüyoruz. Şöyle ki: kanun ile yönetmeliğin herkesin anlayabileceği dilde tek farkı, kanunun Adalet Komisyonu’ndan ve TBMM’den geçmesi ve onaylanması gerekliliğidir. Bu durum, kanunların hazırlanış süreleri yönetmeliklerle aynı olsa bile, kabul süreçlerinin daha uzun olması anlamına gelmektedir. Bu konuda en güzel örnek de Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’dır, 2008’den beri hazır olmasına rağmen halen Adalet Komisyonu’nda ve TBMM’de gündeme alınmamış ve dolayısıyla bir türlü kanunlaşamamıştır. Yönetmelikler ise, kanun ile yetki verilen kurumlar tarafından “alt düzenleme” anlamında kuralları daha ayrıntılı olarak açıklamak için çıkarılırlar. Hukuk yaratma sürecinin bu denli yavaş işlediği durumlarda da, ya yetki devri ile yönetmeliklere ya da Kanun Hükmünde Kararnamelere başvurulduğuna sıkça rastlanır. İnternetin ve teknolojinin ne kadar hızlı geliştiği düşünüldüğünde de, aslında yönetmeliklerle yapılan düzenlemeler akla uygundur ve fakat düzenlemeyi yapan kurumun konu hakkında ne kadar yetkin olduğu, haklara ve özgürlüklere ne denli saygılı olduğu tartışılması gereken asıl önemli konudur. Yönetmelik adı altında keyfi düzenlemeler hem hukuki hem de toplumsal olarak kabul edilebilir değildir, ancak bu yol artık Türkiye’de idare tarafından sürekli olarak seçilen yöntem olmuştur.

AB 2010 Türkiye İlerleme Raporu da 5651 sayılı yasanın vatandaşların bilgiye erişim hakkını ve ifade özgürlüğünü kısıtlamakta olduğunu bildirmiştir. Ancak tüm bu Anayasal özgürlüklerimizi sınırlayan hükümlerine rağmen 5651 S.K. halen yürürlüktedir.

Raporda bahsi geçen, internette ifade özgürlüğü ve genel olarak her yerdeki ve her türlü bilgiye erişme ve her türlü bilgiyi her şekilde yayma haklarımızı ve iletişim özgürlüğü kavramlarını Anayasamızın 26. Maddesinde yerini bulan  “Düşünceyi Açıklama Ve Yayma Hürriyeti”, 22. Maddesindeki “Haberleşme Hürriyeti”, 27. Maddesindeki “Bilim ve Sanat Hürriyeti”, 28. Maddesindeki “Basın Hürriyeti” ve özellikle de 42. Maddedeki “Eğitim Ve Öğrenim Hakkı” kapsamında olmak üzere düşünmeliyiz.

Bazı insanlarımız ise bu noktada fikirlerini temellendirme ihtiyacı dahi duymadan “Özel sektör firmalarına güvendiğimiz kadar kendi devletimize de güvenmeliyiz.” şeklindeki dayatmacı/yasaklayıcı düşünce tarzını benimsemiş durumda gözükmektedirler. Bizlerin herhangi bir devlete ya da kendi devletimize güvenmek gibi bir zorunluluğumuz bulunmamaktadır. Hatta öyle ki devletimiz bizleri ve temel haklarımızı doğrudan doğruya  etkileyecek kararlar alırken, bu kararların amacını sorgulamak ise en büyük hakkımızdır ve bu şekildeki temel hakları kısıtlayıcı hareketlerin devlet tarafından hangi usulle ve ne zaman alınabileceği de Anayasa’mızda açıkça yer almaktadır.

Bu filtreleme temelli sansür kararında geçen kara listenin nasıl belirleneceği ve aile paketinin neye göre kısıtlandığını kullanıcılar bilememektedirler. Acarer filtrelenen sitelerin uluslararası kriterlerle göre belirlenmiş olduğunu söylemekte ve fakat aramızdan kimseye bu uluslararası kriterlerin nerede ve kim tarafından belirlendiği ise açıklanmamaktadır.

Filtre listelerini kimler belirliyor?

Güvenli internet iddiasıyla belirlenen Aile ve Çocuk profili ile ilgili listeler ilgili karar değişmeden önce var olan eski metinde olduğu gibi kararın yeni halinde de BTK tarafından belirlenecek olsa da; yeni metinde, bu listelerin oluşturulması esnasında kullanılacak kriterlerin, “Güvenli İnternet Hizmeti Çalışma Kurulu” tarafından tespit edileceği öngörülmüştür. Liste kriterlerinin bir kurul tarafından belirlenecek olmasının eski metne göre daha olumlu olduğu düşünülebilmesi mümkün olsa da böylesi bir kurulun yapısının gerçek şeffaflık adına halkın beklentisi olan “bağımsızlık ilkesi” için yeterince uygun olmadığı da rahatlıkla savunulabilir durumdadır. İlgili kurula sayıca en fazla katılım Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan olacak olup, katılacak uzmanlar da yine Bakanlık tarafından teklif edilecek ve BTK tarafından seçimleri gerçekleştirilecektir.  Öyle ki: STK’ların katılımının ise maalesef düzenlenmediği görülmektedir. Toplumun farklı kesimlerince ciddi derecede farklı fikirlerin dillendirilmesi yüksek olan böylesi hassas bir hususta; geniş kitlelere hitap eden ve özellikle de sivil toplumun aktif katılımının sağlandığı bir yapıya görev verilmesinin daha özgürlükçü olacağı kesindir.

Bununla birlikte BTK tarafından oluşturulacak listelerde yer alan alan adı ve alt alan adlarının ayrı ayrı bütünlük değerlerinin (hash) alınması; bu değerlerin işletmecilerle paylaşılması, işletmeciler tarafından kullanıcıların her alan adı erişimi taleplerinde de ulaşılmak istenen alan adının dosya bütünlük değerinin çıkartılarak ilgili listede yer alan değer ile karşılaştırmasının yapılması işletmeciler için donanım yatırımları anlamında açıkça ciddi maddi bir yük getireceği gibi kullanıcıların internet erişimlerini de oldukça yavaşlatacağı ve gizlilik/mahremiyet (fişleme) sorunlarını da beraberinde getireceği muhtemel gözükmektedir.

Filtrelerin içeriğinin yani listelerin İnternet Kurulu bünyesinde oluşturulan “Güvenli İnternet Hizmeti Çalışma Kurulu” tarafından tespit edilmesi öngörülmüştür. Kurul, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı koordinasyonunda olmak üzere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan 3, İnternet Kurulu’ndan 2, BTK’dan 2 ve psikoloji, pedagoji, sosyoloji ile diğer ilişkili alanlarda uzmanlığı olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından teklif edilecek 8 kişi arasından BTK tarafından seçilecek 4 üyeden oluşacak 11 kişilik kurul, filtreler kapsamında engellenen sitelerin listelerini belirleyecektir.  Kurulun çalışmalarının sürekli değişiklik gösteren bir yapısı olması beklenmektedir. Öyle ki esasen site sahipleri ‘benim aile profilinde olmam lazım’ diye bu çalışma grubuna itiraz edebilme hakkına sahiptir ve kurul da bu tip başvuruları teknik yöntemler eşliğinde sürekli inceleyip karara bağlayacaktır.

Temel çözüm olarak; İnternetin tüm aktörleri, öncelikle özdenetim mekanizmasını (proaktif müdahaleler) işletmeli, hukuka aykırı içeriklerin önlenmesi için “Uyar – Kaldır” prensibi benimsemelidirler ve erişim engelleme kararları, orantılılık ve ölçülülük ilkeleri gözetilerek, ancak ve ancak son çare (ultima ratio) olarak bir koruma tedbiri olarak görülmelidir.

Devlet dediğimiz mekanizma esasen bu bahsi geçen filtrelerin internet servis sağlayıcılar tarafından tüketicilere ücretsiz verilmesini zorunlu hale getirebilir ve fakat kendisi içerik belirleme rolünü hiç üstlenmeyebilirdi ki internet içeriğinin devlet eliyle denetlenmesi anlamına gelen şu an ki sorunlu durumda böylece engellenmiş olabilirdi. Avrupa’da da özellikle “küçüklerin” korunması için “güvenli internet” anlayışı yerleşmiştir. Bununla birlikte Avrupa ülkeleri filtre içeriklerinin sivil mekanizmaların ve sektörün sağladığı değişik filtrelerce sağlanmasını uygun görmüşlerdir.

Devletin doğrudan işin içine girmesi ve halk için “güvenli internet alanı” çizgilerini belirlemeye kalkışması demokratik hukuk devleti kriterleri açısından ciddi sorun arz etmektedir. Mevzuatta “suç” olarak tanımlanan içerikler zaten filtreden önce yasal yollarla engellenebilmektedir hukuk uygulamamızda. Vatandaşların suç teşkil etmeyen istedikleri siteye girmesi ya da girmemesi ya da çocuğunun hangi sitelere gireceğine karar vermesi ya da vermek istememesi demokratik ülkelerde devletin tekelinde olabilecek bir konu değildir.

Türkiye’de İnternet uygulamalarında yaşanan bir diğer sorun da: devletin faaliyetlerin şeffaf olmamasıdır. Devlet, bugüne kadar hangi sitelerin erişime engellendiğine ilişkin bir liste yayımlamaktan kaçınıyor gözükmektedir. BTK Başkanı Tayfun Acarer, bu konuda şeffaf bir uygulamaya geçilebileceğini açıklamış ve fakat bu konuda hâlâ somut bir adım atılmış gözükmemektedir. Bununla birlikte çocuk ve aile filtrelerine dahil edilen ya da bunlardan çıkarılan siteler konusundaki kriterler bugüne kadar tatmin edici bir açıklama çerçevesinde somut normlarla  da ortaya konulabilmiş değillerdir.

Sonuç olarak ifade etmeliyiz ki; küçüklerin zararlı içerikten korunması halk açısından önemli ve ciddi bir bir ihtiyaç olmakla birlikte, idareye erişim engeli yetkileri tanınması ve “resmi filtre” oluşturulması gibi hususlara başta biz hukukçuların karşı çıkması gerekmektedir. İdari kurum ve kuruluşlara mahkeme kararı olmaksızın tanınan erişim engelleme yetkisinin kaldırılması, engellemelere ilişkin sınırların daraltılması ve belki de erişim engellemelere konusunda uzmanlaşacak internet ihtisas mahkemelerinin kurulması da çözüm ihtimalleri arasında sayılabilecektir.

Neler yapmalı?

Düşünce ve ifade özgürlüğü, ön şartlara, koşullara bağlı olamaz. Öyle ki TC anayasasında hali hazırda yer alan fakat pratikte çeşitli mazeretlerle bazı ön koşullara tabi tutulan düşünce ve ifade özgürlüğünün kayıtsız şartsız pratikte uygulanmasına bir an önce başlanması için çalışmak gerekmektedir.

Bireyin mahremiyet hakkı ve devlete karşı otonomluğu esastır. İçinde yaşadığımız ve gittikçe daha da tecavüzkâr bir hal alan kontrol toplumu anlayışına dur demek zamanıdır. Birleşmiş Milletler insan hakları beyannamesini imzalayan bir ülke olan Türkiye’de, vatandaşlarının mail, telefon, mektup gibi haberleşme araçlarını kontrol ve kayıt altında tutması, filtrelemesi kabul edilemez. Devletin bunu yapması kabul edilemediği gibi, bu haberleşme araçlarını ve altyapıyı sağlayan özel teşebbüsü, müşterilerini gözetlemek ve dinlemek için de zorlayamaz.

Her türden ve her koşul ve mecrada Sansür asla kabul edilemez! Sansür, devletin vatandaşlarına reva gördüğü onur kırıcı bir uygulamadır. Bir hukukçunun, sansürlenen fikrin ve bilginin menşeine ve içeriğine bakmaksızın, her şekilde, her an sansürün karşısında olması gerekmektedir. Her dünya vatandaşı gibi Türk vatandaşları da, yeryüzündeki tüm bilgilere ulaşabilme hakkına, diğer insanlarla iletişime geçme, kendi fikirlerini yayma, başkalarının yaydığı fikirlere sansürsüz, filtresiz erişme hakkına sahiptir.

Tüm bunlara ulaşabilmek adına da monopole karşı durulmalıdır. Şöyle ki: her alanda olduğu gibi, haberleşme ve iletişimde de devlet ya da özel şirket monopolüne karşı durmak özgür birey ve özgür ifadenin dünyayı dolaşıp, dönüştürebilmesi için bir zorunluluktur. Hür iradeli, hür fikirli vatandaşlar, en yüksek fiyata, en yavaş ve en sansürlü iletişim ve haber alma araç gereçlerini kullanmak zorunda bırakılmamalıdır. Bu da ancak telekomünikasyonda rekabetin arttırılması ile mümkün olabilir.

OECD’nin de 2011 tarihli konuyla doğrudan ilgili raporu da (“TheProtection of Children Online: Risks Faced by Children Online and Policies to Protect Them”)  zorunlu filtreleme hususundaki tartışmalarda önemli bilgiler içerse de raporun sonuç kısmında çocukların korunmasına yönelik bazı çevrim içi ve çevrim dışı temel politikaları destekleyici nitelikte önerilerin getiriliyor olması, zorunlu filtreleme sisteminden kaçınıldığı; filtreleme dışında alternatif yolların da önerildiği şeklinde yorumlayabiliriz.

* Bu yazı ilk olarak http://www.bilgicagi.com/Yazilar/10303-bilgi_ozgurdur_kisitlanamaz_sahiplenilemez_sinirlanamaz.aspx orjinal url adresi ile www.bilgicagi.com sitesinde 1 Temmuz 2012 Pazar günü yayınlanmıştır.

SOPA nedir ne değildir ucu bize dokunur mu?

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

Bence çok ama çok başarılı bir anti-SOPA analizi olarak şu site okunabilir:

http://mashable.com/2012/01/17/sopa-dangerous-opinion/

 

Bir de yine bence hakikaten farklı bir bakış açısı bulmanın zor olduğu internette SOPA olayına farklı bir pencereden bakış olarak şuna bakılabilir:

http://maddox.xmission.com/

 

Ama Yahoo Answers kullanıcısı olan bir kişiden de SOPA destekçisi bir görüş olarak alıntı yapalım:

http://answers.yahoo.com/activity?show=zlmnfFpYaa

 

You apparently don’t understand what copyrights protect. Illegal downloading of intellectual property not only hurts the headline-making actors and musicians, but the much lower paid writers, lyricists, screenwriters, bit part actors, etc. whose income is dependent on the small royalty checks from their work. For every Taylor Swift making millions off her talents who aren’t really hurt by pirating, there are literally hundreds of hard-working industry people making a few bucks at a time whose next rent payment or grocery bill is dependent on that revenue stream. SOPA is an attempt to stop that trend. You may want to quibble over the long term ramifications of it, but the intent of the law is something that only morons would argue against.

 

Görüşlerinize…

BTK’dan TTNET’e Ceza(!)

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

BTK’nın  18.01.2012 tarihli Kurul kararı ile Telekomünikasyon Kurumunun Denetim Çalışmalarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’e dayanılarak TTNet AŞ  nezdinde yapılan soruşturma neticesinde:

TTnet’in, youtube.com, izlesene.com, vimeo.com, fileserve.com, rapidshare.com, akormerkezi.com, tahribat.com

internet sitelerine 01/01/2011, 27/06/2011 ve 05/07/2011 tarihlerinde adli mercilerce koruma tedbiri veya Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından idari tedbir olarak verilen erişimin engellenmesi kararları bulunmamasına rağmen erişimi engellendiğine ve sistemlerinin çalışır vaziyette tutulması için gerekli donanım, yazılım, bakım, onarım, teknik destek gibi gerekli tedbirleri almadığına ilişkin tespitlere yer verilmiştir.

Bu tespitlerin yapıldığı kararın detaylı metnine

http://btk.gov.tr/mevzuat/kurul_kararlari/dosyalar/2012%20DK-59-19.pdf

adresinden ulaşılabilmekle birlikte:

İlgili BTK kararına göre ilgili mevzuata aykırı hareket etiğine hükmedilen TTNet AŞ hakkında, Elektronik Haberleşme Kanunu, Elektronik Haberleşme Sektörüne İlişkin Yetkilendirme Yönetmeliği ve Telekomünikasyon Kurumu Tarafından İşletmecilere Uygulanacak İdari Para Cezaları İle Diğer Müeyyide ve Tedbirler Hakkında Yönetmelik hükümleri doğrultusunda ihlalin gerçekleştiği yıldan bir önceki yıl olan 2010 yılı net satış tutarının (2.487.668.218,20 TL)  %0,01 (onbinde biri) oranında yani ilgili sitelere erişimi engellediği için toplam yaklaşık 250.000 (iki yüz elli bin)TL dari para cezası uygulanması hususuna BTK tarafından karar verilmiştir.

Bu karardan anlayabildiğimiz kadarı ile Türkiye’de (Dünyada?) ağ tarafsızlığı (Net Neutrality) konusundaki ilk ceza verilmiş OLMUŞTUR. –  (mu)?

Güvenli İnternet Aldatmacası

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

12 aralık 2011 pazartesi saat 12:25, şu an itibariyle http://tib.gov.tr/ deki http://www.tib.gov.tr/sorgu_ekrani.html adresinden engelli sitelerin bakılabildiği sorgu ekranı mevcut artık.

 

Sorgu ekranının kendi URL’si ise şu http://eekg.tib.gov.tr/

 

Burada yazan yazı şu:

 

5651 sayılı yasa uyarınca Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı aracılığı ile uygulanan koruma ve idari tedbirlerde yer alan yayınların sorgulanmasına ilişkin olarak hazırlanan web ara yüz ekranı hizmete açılmıştır.

 

şimdi burada livestream.com sitesi için sonuç ekranı resmine baktığımızda:

 

(livestream.com) hakkında uygulanmakta olan kararlar:

ANKARA ıı. AĞIR CM, 21/09/0201 tarih ve 2011/3177 nolu KORUMA TEDBİRİ kapsamında bu
internet sitesi
(livestream.com) hakkında verdiği karar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nca
uygulanmaktadır.

(The decision no 2011/3177 dated 21/09/0201, v/hich is given about this v/eb site (livestream.com) v/ithin
the context of protection measure, of ANKARA 11. AĞIR CM has been implemented by
‘Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’)

İSTANBUL ıı. AĞIR CM (CMK250),04/08/2011 tarih ve 2011/875 nolu KORUMA TEDBİRİ
kapsamında bu internet sitesi(tivestream.com.)hakkında verdiği karar Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı’nca uygulanmaktadır.

(The decision no 2011/875 dated 04/08/2011, v/hich is given about this v/eb site (livestream.com) v/ithin
the context of protection measure, of İSTANBUL 11. AĞIR CM (CMK 250) has been implemented by
‘Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’)

 

 

Şeklinde bilgi ediniyoruz.

Ankara ve İstanbul 11 Ağır Ceza mahkemelerince erişim engelleme kararlarının verildiği görülüyor. Bu mahkemeler özel yetkili ağır cezalar yanı sadece terör suçlarına bakıyorlar

 

Ceza Muhakemesi kanunu madde 250 ile özel yetkilendirilmiş savcıların soruşturmaları kapsamında terörle mücadele kanunu madde 6/5ten koruma tedbiri verip site kapatan mahkemeler bunlar.

 

Yani 5651 dışı yapılan Türk Medeni Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Türk Ticaret Kanunu vs den en tehlikelisi olan Terörle Mücadele kanunu.

 

Öyle ki bu kanundan kaynaklanan erişime engelleme söz konusu olmasına rağmen tolda sitenin erişim engeli sanki 5651den kaynaklanıyormuş gibi gözüküyor!

 

Burada tabi FSEK, TTK gibi kanunlardan kaynaklanan erişim engellemeler kendisine uygulanmak üzere gönderildiğinde bunlara 5651 dışı erişim engellemeleri uygulamak kanunda bana görev olarak verilmemiş ben uygulayamam bunları erişim sağlayıcılara bildirin diyen TİB neden terörle mücadele kanunundan kaynaklanarak kendisine gelen erişim engellemelere itiraz etmemekte ve kimlerden korkarak bunları uygulamaktadır?

 

Yani çifte standart var açıkça.

 

Öyle ki daha vahimine geçiyorum simdi:

http://www.guvenlinet.org/tr/domain_sorgula.html

adresindeki yeni filtrelerden birinde bir sitenin olup olmadığına bakabildiğimiz araçla aynı siteye baktığımızda ise şu sonuç ekranı resim dosyasından da görebileceğiniz gibi aslında erişim engelli olan site hem çocuk hem aile profilinde görüntülenebiliyor?

 

Peki bu nasıl olabiliyor?

 

Ayrıca normalde kapalı olan bir siteye çocuk ve aile profillerinde erişmek mümkün ise; e hani nerde kaldı GÜVENLİ İNTERNET! yutturmacası?

 

Ahh ahhhh!

 

Av. Serhat KOÇ

 

Doğrular:

  1. http://www.youtube.com/watch?v=AD3erwWajJA
  2. http://www.youtube.com/watch?v=VoJ7oaZC2rc
  3. http://www.youtube.com/watch?v=bpKb29rIDD4

 

Yalanlar:

FİLTRELİ İNTERNET

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

5809 sayılı Kanunun 4’üncü 6’ncı ve 50’inci maddeleri ile 28.07.2010 tarihli ve 27655 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Sektöründe Tüketici Hakları Yönetmeliği’nin 10’uncu maddesi hükümleri kapsamında, BTK tarafından hazırlanan “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar Taslağı” 22 Şubat 2011 tarihinde 2011/DK-10/91 no’lu karar ile onaylanarak, “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar”ın 22 Ağustos 2011’de yürürlüğe girmesine karar verildi.

22 Ağustos 2011’de devreye girecek sistemle Türkiye’de değişecekleri üç ana başlık altında inceleyecek olursak:

-Kullanıcılar, İnternete “BTK” tarafından belirlenen 4 filtre tipinden birini seçerek girebileceklerdir.

-Kullanıcıların bu filtreleri aşması ya da aşmaya çalışması suç sayılacaktır.

-İnternet servis sağlayıcıları, filtrelerin aşılmasını engellemekle sorumlu tutulmaktadır. Aksi halde ise bu sorumluluğunu yerine getirmeyen İnternet Servis Sağlayıcıları’na para cezaları öngörülmektedir.

Uygulama sürecini detaylarıyla incelendiğinde şu hususlar göze çarpmaktadır:

Düzenlemeye göre “aile”, “çocuk”, “yurtiçi” ve “standart” isimlerinde 4 tip filtre yer alacaktır; bunlar kullanıcıya paket olarak sunulacaklardır. Buna göre internet aboneleri “Çocuk Paketi” , “Aile Paketi” , “Yurt İçi Paketi” olarak 3 paketten birini seçebilecektir.

Eğer kullanıcı bu 3 paketten hiç birini seçmek istemezse standart paket olarak internete girmeye devam edecektir. Fakat önceden mahkeme kararı ile engellenmiş sitelere DNS değiştirme gibi teknik yöntemler kullanılarak girilebiliyorken, filtre uygulanmaya başlandığında DNS değiştirme vb. gibi yöntemleri ile de bu erişime engellenmiş sitelere girmek mümkün olmayacaktır. Çünkü İnternet sevris sağlayıcısı şirket, internet abonesinin girmek istediği siteyi yani istediği veriyi denetleyecek ve eğer site erişime kapatılmışsa abonenin şahsi modem/bilgisayar ayarlarında DNS değiştirilmiş olsa dahi siteye girmek mümkün olmayacaktır.

Paketlerin içerikleri ise şöyledir:

-Çocuk paketi: Kullanıcının sadece Kurum tarafından adsl servis sağlayıcılara gönderilen beyaz listedeki alan adı, IP adresi ve portlara erişimin sağlandığı profili,

-Aile paketi: Kullanıcının Kurum tarafından adsl servis sağlayıcılara gönderilen kara listedeki alan adı, IP adresi, port ve web proxy sitelerine erişimin sağlanmadığı profili,

-Yurt İçi Paketi: Kullanıcının sadece yurtiçinde barındırılan ve kara listede yer almayan alan adı, IP adresi ve portlara erişimin sağlandığı profili,

-Standart profil: Kullanıcının erişebileceği internet site ve uygulamalarına ait bir sınırlamanın olmadığı, mevcut mevzuat kapsamında internete erişimin sağlandığı profili ifade etmektedir.

Bu yeni filtreleme sistemi İnternet toplu kullanım sağlayıcılardan olan İntenet kafelerde uygulanan filtreleme sistemine benzetebiliriz. Yani “websense” ve benzeri filtrelerde nasıl sadece internet kafenin belirlediği sitelere erişilebiliyorsa; bu yeni sistemde de BTK’nin belirlemiş olduğu sitelere girilebilecektir/girilemeyecektir. Bu tür filtreleme sistemlerinin uygulamasında, içeriğinde sorun olmasa bile birçok sitenin filtreye takıldığı da kullanıcılar tarafından tecrübe edilmiştir.

Bu tür filtre sistemleri işletim sistemleriyle beraber gelen, internet servis sağlayıcılardan edinilen ya da internetten kolaylıkla bulunabilecek programlar sayesinde isteyen kullanıcılar tarafından zaten istenildiği zaman kullanılabiliyor. Yani zaten kullanıcı böyle bir opsiyona sahip durumdadırlar ve fakat BTK’nın uygulamasıyla bu durum bir opsiyon olmaktan çıkıp zorunluluk haline getirilmektedir.

İlgili BTK kararının 6. maddesinde “proxy”den de bahsedilmektedir ki bu da erişime engelli sitelere standart profilde iken bile proxy kullanarak da erişilmesinin engellendiğini göstermektedir. Buradan anlaşılan ise paralı/abonelikli bir sitedeki abonelik gereği olan kullanımlar, o ilgili site standart profilde engellenirse gerçekleştirilemeyecektir. Esasen BTK’nin yapabileceği engelleme, ilgili sitenin Türkiye’ye erişmesini engellemekten ibarettir. Ancak hiç bir zaman bir vatandaşın bir siteye erişmesine hukuken yasak koyulamayacağına göre burada da gri bir alanla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu anlamda BTK kararındaki 11. madde dikkat çekmektedir. Bu madde, internet erişim sağlayıcılarca filtre aşma yöntemlerinin takip edilmesini, engellenmesini ve BTK’ya raporlanıp iletilmesi hükme bağlanmıştır.

Standart paketin bu çekincelerden uzak ve “sansür” fikrinden en uzak paket olduğu düşünülebilecektir. Ancak en özgür gibi görünen Standart paket de bir filtre paketidir ve BTK tarafından belirlenen erişim engellerine ve kara listelere tabi olacaktır. Yani Türkiye’de standart paket yokken erişime engelli bir siteye şu an için DNS değiştirme yoluyla girebilmektedir ve fakat bu standart paket altında erişimi engellenmiş sitelere girmek artık kara listelerin varlığı nedeniyle DNS değiştirme yoluyla dahi mümkün olmayacaktır.

İnternet Servis Sağlayıcılarının BTK veri tabanında saklanan ve sunulan filtre listeleri üzerinde değişiklik yapmalarını engellemek üzere “hash”leme denilen teknik doğrulama değer algoritmasıyla korunan içerik işlemi ile yapılmaktadır. Ancak güvenli internet kararının 9.3. maddesi de bununla çelişkiye düşmektedir. İşletmeciler kara listeleri genişletebilir durumdadırlar ancak beyaz listelere dokunamamaktadırlar.

Erişime engellenen sitelerin neden kapatıldığına dair bilgilerin neden şeffaf olmadığı hususu değerlendirildiğinde ise: aslına bakılırsa bu bilgilerin şeffaf olmamasının geçerli bir nedeni var diye düşünülebilir. Engellenen sitelerin adreslerinin ve engellenme sebeplerinin açıklanmasının bu sitelere karşı merakı artırabileceği ve internet kullanıcılarının bu sitelere çeşitli teknik yöntemler kullanarak erişecekleri düşünülüyor olabilir. Konu çocuk pornografisi olduğunda bunun haklı bir görüş olduğunu savunmak mazur görülebilir. Ancak diğer siteler için aynı şeyi söylemek oldukça güçtür. Zira bir hükümetin desteklemediği siyasi görüşe sahip bir siteyi erişime engellemesi ya da eşcinsellerin sıklıkla kullandıkları sitelerin “fuhuş ve\veya müstehcenlik” adı altında erişime engellenmesi gibi keyfi durumların oluştuğu tecrübeyle sabittir.

Usul ve esaslara ilişkin ilgili BTK kararında ayrıca, kişisel verileri korumak ve bilgi güvenliğini sağlamak da yine sadece sözde kalan bir maddedir. Öyle ki kişisel verilerin nasıl korunacağına dair bir kanunun halen bulunmadığı mevzuatımızda bu verilerin nasıl ve kim tarafından korunacağı ya da korunamayacağı da bilinmemektedir. Yine kararda, filtreleme veri tabanının da gizli olduğu söylenmektedir ve bunun nedeni de BTK tarafından açıklanmamaktadır.

Bu kara listelerin belirlenmesinde ne gibi kriterler uygulanacağı da muğlaktır. Zira 5651 sayılı Yasa’da yer alan müstehcen’lik kelimesinin erişim engelleme uygulamasında kullanılmasında yapıldığı gibi, listeye girecek sitelerin tespitinde son derece öznel ve kişisel kararların egemen olması beklenebilecektir. Bu nedenle, BTK’nın bu kararının yasal dayanaktan açıkça yoksun olduğu: Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle tanınan temel hak ve özgürlükleri de ölçüsüz şekilde kısıtladığından bahisle 13 Nisan 2011 tarihinde “yürütmenin durdurulması” talebiyle, söz konusu usul ve esaslara karşı Danıştay’a iptal davası açılmıştır.

Başvurunun amacı BTK’nın keyfi bir şekilde yasaklı siteler listesi hazırlayabilme ihtimalinin bulunması ve çocukları zararlı içerikten korumak için ebeveynlerin yerine devlet eliyle karar verilmesinin doğru bir uygulama olmamasıdır. Öyle ki, gerek Avrupa Birliği gerekse Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Komisyonu çocuklar gibi zarar görmesi mümkün grupları korumak için yasal önlemler almaktansa özdenetim yollarına gidilmesini teşvik etmektedirler. Bu nedenle, üye ülkeler ev ve okul bilgisayarları ile internet kafelerde filtre programlarının kullanılmasını teşvik etmeli ama devlet düzeyinde filtreleme girişimlerinden her ihtimalde kaçınmalıdırlar.

Bu gibi tehlikeler yüzünden eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın önerisiyle de Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) 22 Ağustos’ta yürürlüğe girecek olan ‘güvenli internet paketleriyle gündeme gelen ‘sansür ve filtre’ tartışmalarının masaya yatırıldığı çalıştayda, bilişim dünyasının önde gelen uzmanları ve sivil toplum örgütleri, “BTK kararı hemen iptal edilsin” önerisinde birleşmişlerdir.

Katılımcılar internetin güvenli kullanımına ilişkin usul ve esaslarla ilgili görüş ve önerilerde bulunurken, Ulaştırma Bakanlığı ile BTK’ya iletilmek üzere hazırlanan öneri raporunda şunlara değinildi:

“BTK’nın kurul kararı iptal edilsin, merkezi filtreleme olmasın. İsteyen istediği filtreyi kullansın. BTK icracı olmasın, düzenleyici olsun. Sivil toplum kuruluşları aracılığıyla bu işi takip etsin. Filtreleme her İSS’nin kendi belirlediği usullere ve kullanıcıların taleplerine göre şekillensin. İSS ve sivil toplum kuruluşları filtreleme konusunda kullanıcıya yönelik algı oluşturmada aktif rol alsın. BTK’nın şeffaf olması lazım. Kurumun dışsal bir otorite tarafından denetlenmesi gerekiyor. 5651 sayılı kanunu masaya yatırmak gerekir, TİB’i doğuran yasa olarak 5651’in dünya standartlarına getirilmesi lazım.”

Sonuç olarak: “çocuk ve gençleri internetteki zararlı içerikten koruma” gerekçesinin ardına sığınan bu yeni uygulamayla sadece çocukların değil tüm kullanıcıların yalnızca kurumun onay verdiği sitelere girebilmesi sağlanacaktır ki temel çözüm açısından; İnternetin tüm aktörleri, öncelikle özdenetim mekanizmasını (proaktif müdahaleler) işletmeli, hukuka aykırı içeriklerin önlenmesi için “Uyar – Kaldır” prensibi benimsemelidirler ve erişim engelleme kararları, orantılılık ve ölçülülük ilkeleri gözetilerek, ancak ve ancak son çare (ultima ratio) olarak bir koruma tedbiri olarak görülmelidir.

Av. Serhat KOÇ

KÜÇÜKLERİ MUZIR NEŞRİYATTAN KORUMA KANUNU ELEŞTİRİSİ

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

1 Haziran 2011 tarihli şu habere göre Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, bazı karikatür ve mizah dergilerine 18 yaş sınırlaması getirdi.

Haberde geçen Muzır Kurulu 1117 sayılı kanunla kurulmuş, kurulun görevi ise bir olayda veya durumda  müstehcenlik olup olmadığını belirlemektir.  Kurul 10 kişiden oluşmaktadır: 2 bürokrat, 1 hâkim veya savcı, 2 eğitimci, 1 doktor, 1 güzel sanatlar uzmanı, 1 akademisyen, 1 gazeteci ve 1 diyanetçiden kuruludur. Görüldüğü üzere, psikolog, psikiyatr veya seksolog yoktur. Kanun koyucular, diyanetçi ve bürokratlar varken, bu meslek gruplarını kurula almak ihtiyacı hissetmemişlerdir.

Kurul’un günümüzdeki uygulamalarının ve dahi kendisinin bizatihi varlığının da şu anki yapılanması ile kabul edilemez durumda olduğu açıktır. Kurul’un son dönemde adeta tekrar “hortlaması” ve kendini gösterme çabası takdire şayan(!)dır. Bu anlamda kurula ve uygulamalarına kaynaklık eden kanunun acilen kaldırılması gerekmektedir.

Aynı Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun bilirkişi olarak atandığı ve hazırladığı sekiz sayfalık bilirkişi raporuyla “İncelenen ve değerlendirilen Ölüm Pornosu isimli kitapta yer alan yazıların halkın ar ve duygularını incittiği, cinsi arzuları istismar eder nitelikte olduğu, Türk Ceza Kanunu’nun 226.Maddesini ihlal ettiği, dolayısıyla müstehcen bulunduğu oybirliği ile mütalaa edilmiştir.” diye görüş bildirdiği İstanbul Basın Savcılığı’da Chuck Palahniuk’ın Ölüm Pornosu adıyla Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilen kitabı Snuff hakkında soruşturma başlattı.

Ninsan 2011’de de, William S. Burroughs’un Yumuşak Makine kitabını basan yayınevi Sel Yayıncılık’a açılan soruşturmayla T.C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu yeniden gündeme gelmişti. Kurul, söz konusu kitap için de “konu bütünlüğü”, “anlatım bütünlüğüne riayet” gibi kitabın yazılış amacıyla alakasız arayışlar içerisine girmiş,  dahası “tarihi mitolojik unsurların yaşam tarzlarından örnekler vererek kişisel ve objektif olmayan gerçek dışı yorumlarda bulunmak” ve “argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsenmesi”ni suç kapsamında değerlendirmişti.

Öyle ki bir süre önce duyurulan, internette yasaklanacak kelimeler arasında ‘Beat’ de bulunuyordu. Beat Kuşağı’na dâhil yazarların kitaplarını yayımlayan iki yayınevi Altıkırkbeş ve Sel Yayıncılık, bu yasağa karşı dev bir antoloji hazırladılar. Bir anlamda Beat Kuşağı’nın sözlüğü olan kitabın tanıtımı için de yasağa karşı bizce de çok manidar şöyle de bir duyuru yaptılar:

“Biz, Altıkırkbeş ve Sel Yayıncılık olarak bu dava sonrasında ülkemiz yayıncılığında unutulup gitmiş olan “dayanışma” kültürüyle hareket ederek ortaklaşa bir kitap yayımlamaya karar verdik. Bu öyle bir kitap olmalıydı ki belki de ülkemizde asla yayımlanmayacak ya da yayımlanamayacak olan ilgili kuşağın tüm şair ve yazarlarını bir araya getirmeliydi. Oldu da. Beat Kuşağı Antolojisi, bu muzır kuşağın yasaklanması gereken tüm yazar ve şairlerini bir araya toplayarak, ülkemiz çocuklarını muzır olan eserlerden korumak ve halkımızın ahlakının sınırlarını çizmek amacıyla kurulan Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na yardımcı olmak amacıyla hazırlandı ve yayımlandı! Umarız işlerini kolaylaştırmışızdır!” (Altıkırkbeş-Sel Yayıncılık)”

Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, Güney Amerika’dan ithal edilen ve Antalyalı iki işadamı hakkında hapis istemiyle dava açılmasına neden olan ‘müstehcen’ pipoları da ilginç ifadelerle tarif etmişti, bu konudaki haberi de şuradan okuyabilirsiniz.

Öyle ki zaten bu konu ile ilintili diğer kavramların da Türk hukukunda anlaşılabilir olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi’nde görülen eski bir davada davacı taraf 1117 sayılı Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu’da “muzır” (çocukların sağlığı açısından zararlı içerik) deyiminin açıkça tanımlanmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme tanım vermeksizin bu iddiayı reddetmiştir.(AYM, E.1986/12, K. 1987/4, kt. 11.2.1987. RG. 21.11.1987, S. 19641.)

21/6/1927 tarihli Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu adlı kanunu ise şuradan okuyabilirsiniz.

Dikkat ederseniz kanunun bazı maddelerinde 1986 ve 1988 yıllarında değşiklik yapılmıştır ve bir maddesi de 2004’de tamamen kaldırılmıştır.

Kanun’un 1. maddesinde, 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacağı anlaşılan mevkute ve mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eserlerin kanundaki sınırlamalara tabi tutulacağı bildirilmiş.

Kurul kararında bahsi geçen kanunun 4. maddesine göre: bir aydan az süreli mevkuteler ile sinema ve her türlü film afişleri, ilanlar, fotoğraflar, kabartma ve her türlü posterler, kartpostallar, takvimler hariç olmak üzere kurulca tetkik edilerek küçükler için muzır olduğuna karar verilmiş basılmış eserlerin sahiplerine, sorumlu müdürlerine ve telif hakkı sahiplerine, basılmış eserlerin küçüklerin maneviyatına muzır olduğu kurulca tebliğ edilir. Tebligat, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Kurul bu kararı ilgililere derhal duyurmak için gerekli tedbirleri alır.

Tebligat üzerine eser sahipleri, telif hakkı sahipleri ve sorumlu müdürler, ellerinde mevcut eserlerin ön kapaklarına “Küçüklere zararlıdır” damga veya işaretini basmak zorundadırlar. “Küçüklere zararlıdır” ibaresinin herkesin kolayca görüp okuyabileceği şekil ve büyüklükte yazılması zorunludur.    Bu suretle damgalanan eserler; açık sergilerde ve seyyar müvezziler tarafından satılamaz, dükkanlarda, camekanlarda ve benzeri yerlerde teşhir edilemez, bir yerden bir yere teşhir maksadıyla açık bir surette nakledilemez ve müvezziler tarafından bunlar için sipariş kabul olunamaz, gazeteler, mecmualar, duvar ve el ilanları, radyo ve TV ile veya diğer suretlerle ilan edilemez, satışı için reklam ve propaganda yapılamaz, para mukabili veya parasız küçüklere gösterilemez, verilemez ve hiçbir suretle okul ve benzeri yerlere sokulamaz.

Bu tür eserler, ancak 18 yaşından büyük olanlara içi görülmeyen zarf veya poşet içinde satılabilir. Bu zarf ve poşetlerin üzerinde eserin ismi ile “Küçüklere zararlıdır” ibaresinden başka hiç bir yazı ve resim bulunamaz.

Kurul kararının tebliğinden önce dağıtımı yapılmış olan bu kabil basılmış eserleri satış için ellerinde bulunduranlar da, Kurul kararlarının ilgililere duyurulma tarihinden itibaren, bu maddedeki sınırlamalara uymak zorundadırlar.

Kurulca haklarında küçükler için muzır olduğuna üç defa karar verilen basılmış periyodik eserlerin sonraki sayıları ile diğer basılmış eserlerin sonraki basıları da, yeniden bir karar verilmesine gerek kalmaksızın bu maddede belirtilen sınırlamalara tabidir. Ancak bu gibi eserlerin sahipleri, eserlerinin müteakip sayı ve basılarının küçükler için muzır nitelikte olmadığı iddiasıyla kurula başvurarak incelenmesini isteyebilirler. Kurul, başvuruyu haklı bulursa, bu maddedeki sınırlamalar sonraki sayı ve basılar için uygulanmaz.

Kanun’un 7. maddesine göre de kanunun 4. md.sindeki yükümlülüklerine uymayanlar, iki milyon liradan on milyon liraya kadar adli para cezası ile cezalandırılırlar. Suçun tekerrürü halinde cezanın azami haddi uygulanır.

Peki Kurul’un tüm yurt çapında yayınlanan eserlerden nasıl haberi olmaktadır? Aynı kanunun 8. md.si buna cevap olmaktadır:

Basılmış eserler ile mevkutenin her nüshasından ikişer adedi, neşri takip eden çalışma gününde bir alındı belgesi karşılığında Kurul Başkanlığına gönderilir. Ankara dışında basılan eserlerin postaya verildiği tarih esas alınır. Bu madde hükmünü yerine getirmeyenler hakkında 5680 sayılı Basın Kanununun 24. maddesinde belirtilen ceza hükümleri uygulanır.

 

İnternet Kurulu ve BTK Sansürü -sözde- Tartıştı (?!)

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

17 Mayıs 2011 günü İstanbul’un istiklal Caddesi’nde ve Türkiye’nin pek çok şehrinde İnternet Sansürü’ne karşı yürüyüş yapıldı. Bizim gibi bu protestolara katılmış bir arkadaşa ait izlenimi şuradan okuyabilirsiniz.

 

Bu kamuoyu tepkisinin(?) üzerine(!) İnternet Kurulu olaya el atmaya karar verdi. Böylece, 25 Mayıs 2011 Çarşamba günü İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü Hukuk Fakültesi Mahkeme Salonu’nda, İnternet Kurulu ve BTK’nın STK’lardan ve sektörden gelen temsilcilerle birlikte BTK’nın 22 Ağustos’ta yürürlüğe girecek güvenli internet filtre paketleri hakkındaki kararına ilişkin toplantı düzenlendi. Bu toplantı öncesinde yapılan bir haber için şurayı okuyabilirsiniz. Toplantı sonrası bir habere örnek olarak ise şu habere bakabiliriz.

 

Toplantı sosyal medyada adeta canlı yayın yapıldı. Toplantıdan sürekli olarak sosyal medyaya canlı canlı anında gönderilen mesajları Sosyalmedya Sitesi’ndeki Canlı Korsan Yayın‘dan, Friendfeed’de Toplantı Boyunca Yazılanlar‘dan  ve de sonrasındaki yorumları da içeren gönderileride içerir şekilde tüm tepkiyi görmek için Twitter’da #internetkurulu Etiketi İle Yazılanlar‘ı okuyabilirsiniz.

 

İçinde bulunduğumuz Korsan Parti Hareketi adına toplantıda bulunan bir arkadaşımızın tuttuğu blogda konu hakkında yazdığı yazıyı ise lütfen şuradanokuyunuz. Aynı blogda, toplantıda çıkanöneriler de iletilmiş. Ayrıca, şu adreste de tıoplantı sonrasında bir yazı yazıldı bu konuda.

 

Toplantı hakkındaki şahsi fikrim ise şu şekilde belirteyim: bu internet Kurulu ve BTK toplantısının sadece halkın gözünü boyamak ve belki de bizlerin(!) gazını almak için yapıldığını düşünüyorum. Öyle ki: yaklaşan seçimler öncesi oy toplamak derdinde olan iktidarın en sevdiği idari kurumlarından olan BTK ve ne işe yaradığı asla anlaşılamayan İnternet Kurulu, vatandaşa şirin görünmek adına böyle bir toplantıya okey verdi kanaatimce.

İnternette Yazılı Reklam Hukuku

Av. Serhat KoçIT&IP_Law

İnternet’in hangi tür mecra olduğu ve dolayısıyla da hangi kuralların İnternetteki reklam ve ilanlara uygulanacağına dair ciddi bir tanımsızlık hali içerdiğini düşündüğüm ve kısa süre önce yürürlüğe giren bir tebliğ söz konusu.

 

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 13 Mart 2011’de Resmi Gazete’de “Ticari Reklam Ve İlanlarda Altyazı Ve Dipnotların Kullanılmasına İlişkin Usul Ve Esaslara Dair Tebliğ” yayınlamış.

 

Bu Tebliğ, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 16ncı, 17 nci ve 31 inci maddelerine dayanılarak hazırlanmış. Tebliğ yayımı tarihinden itibaren 3 ay sonra yürürlüğe girdi.

 

Tebliğde amaç olarak, ticari reklam ve ilanlarda altyazı ve dipnotların kullanılmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek ön görülmüş: tebliğin sözlü ve yazılı kelimeler, sayılar, görsel sunumlar, müzik ve ses efektleri dahil olmak üzere her türlü ticari reklam ve ilanı kapsadığına da metinde yer verilmiş.

 

Sorunları şöyle sıralayabiliriz ki: Tebliğ’deki Mecra tanımı:

 

Reklam ve tanıtım mesajını ileten ve o mesajı alma durumunda olan kişi, grup ya da topluluğun buluştuğu yeri, ortamı (televizyon, her türlü yazılı basın, internet, radyo, sinema gibi iletişim kanalları ile açık hava, basılı işler gibi reklam taşıyan malzemeler)

 

şeklinde yapılmış ve Dipnot tanımı da şöyle:

 

Yazılı mecralarda yayımlanan ticari reklam ve ilanlarda yer alan hususları açıklamak amacıyla metnin alt bölümüne yerleştirilen bilgiler

 

Altyazı tanımı ise şöyle:

 

Görsel mecralarda yayınlanan reklamlarda, çoğunlukla ekranın alt bölümüne yerleştirilen, sabit ve/veya hareketli olarak verilen yazılı bilgiler

 

Sonuçta, Tebliğ’de sürekli dipnot ve altyazıların görsel mecrada ya da yazılı mecrada nasıl olması gerektiğine ilişkin maddeler bulunuyor. Ancak mecra tanımında geçen internetin hangi mecra türü olduğu tebliğde bildirilmemiş: görsel mi, yazılı mı?

 

Bu ayrıma göre internet sitelerindeki reklamlardaki altyazı ve dipnotlarda da hangi maddelerin uygulanabilir olduğunu tespit etmemiz gerekiyor.

 

Öyle ki: İnternet hangi mecra türü olacaktır? Bu anlamda örneğin ikinci el ürün ilanlarının verildiği elektronik ticaret siteleri yazılı mecra sayılacak diye düşünüyorum. Ama video ve benzeri içerik sunan sitelerdeki altyazı şeklindeki veya video şeklindeki ilanların durumu ne olacak bunlar hangi kategoride değerlendirilecekler?

 

Kanaatimce tebliğin yazım stilinden anladigim kadariyla tv görsel medya olarak algilanirken, internet sanki yazılı mecra gibi düşünülmüş gibi duruyor ama daha once de söylediğim gibi bu bence cok acik değil maalesef.

 

Bunun da ötesinde Tebliğ’de Ticari reklam ve İlan da şöyle tanımlanmış:

 

Mal, hizmet veya marka tanıtmak, hedef kitleyi oluşturanları bilgilendirmek ve ikna etmek, satışını veya kiralanmasını sağlamak ya da arttırmak amacıyla reklam veren tarafından herhangi bir mecrada yayımlanan pazarlama iletişimi niteliğindeki duyuru

 

Tebliğ’deki genel maddelerde de:

 

Ticari reklam ve ilanlarda, tüketicinin satın alma kararını etkileyecek nitelikteki bilgilerin ortalama tüketicinin algılayabileceği sürede ve biçimde iletilmesi zorunludur. Ticari reklam ve ilanlarda yer alan altyazı ve dipnotlar; okunabilir, algılanabilir hızda ve büyüklükte verilmelidir.

Ticari reklam ve ilanlarda yer alan ana vaadin esaslı unsurları açık ve anlaşılır bir şekilde reklamın ana mesajında belirtilmelidir.

Ana vaadin esaslı unsuruna hiçbir suretle alt yazıda veya dipnotta yer verilemez

 

şeklinde tüm ilan ve reklamları ilgilendiren hükümler de söz konusudur.

 

Tebliğe aykırılığın sonuçları başlıklı 9. Maddeye göre ise: tebliğde açıklanan kurallara uyulmadan yapılan ticari reklam ve ilanlar, 4077 S.K. olan Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 16 ncı maddesi kapsamında değerlendirilecekmiş.

 

4077 Sayılı Tük. Kor. Kanunu’nun 16. Maddesi de şöyle diyor:

 

Ticari reklam ve ilanların kanunlara, Reklam Kurulunca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmaları esastır. Tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklam ve ilanlar ve örtülü reklam yapılamaz.

Aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklamları yapılabilir. Reklam veren, ticari reklam veya ilanda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlüdür. Reklam verenler, reklamcılar ve mecra kuruluşları bu madde hükümlerine uymakla yükümlüdürler.

 

Bu maddeye atıf yapan ceza hükümlerini içeren 25. Maddeye göre de:

 

Kanun’un 16 ncı maddesine aykırı hareket edenler hakkında Reklam Kurulu tarafından ihlalin niteliğine göre birlikte veya ayrı ayrı üç aya kadar tedbiren durdurma, durdurma, düzeltme veya altıbin Türk Lirası idarî para cezası uygulanır. 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, idarî para cezası on katı olarak uygulanır.

 

Bu anlamda internet için ciddi bir belirsizlik doğurma tehlikesi olan bir tebliğ ile karşı karşıya olabiliriz diye düşünüyorum..